16 Ocak 2024 Salı

Üç Cisim Problemi Kitabından: Kültür Devrimi'nden Bir Sahne

İlk cilt bu bölümle başlar. Bu ne tarihle ne de doğrudan Çin'le  ilgili bir romandır. Bu bir Çinli yazarın bilim kurgusal romanıdır. Arka planda Çin tarihi vardır ama ana tema; -doğrudan bir ifadeyle söyleyecek olursak- Uzaylılarla temas öyküsüdür. Bilim, teori, deney ve gözlem; kurgunun hamurunu oluşturan ana malzemeler olarak kullanılmıştır. DK

https://en.wikipedia.org/wiki/Liu_Cixin


Çılgınlık Yılları 

Çin, 1967 

Kızıl Birlik'in, Yirmi Sekiz Nisan Kolordusu karargah bina­sındaki saldırısı iki gündür devam ediyordu. Kızıl bayrakla­rı, çıra arayan alevler gibi rahatsızca dalgalanıyordu. 

Kızıl Birlik'in kumandanı endişeliydi ama bu endişe­nin sebebi karargah binasının muhafızları değildi. Yirmi Sekiz Nisan Kolordusu karargahının iki yüzden fazla Kızıl Muhafızı, 1966 yılının başlarında Büyük Proleter Kültür Devrimi'nin başında kurulmuş olan Kızıl Birlik'in kıdemli Kızıl Muhafızları'yla kıyaslandığında çaylaktan öteye gide­mezdi. Kızıl Birlik ülke çapında gerçekleşen devrimci tur­larının kargaşalı deneyimlerine ve Tiananmen Meydanı'nda Başkan Mao'yu görmeye alışmıştı. 

Ama kumandan, binanın içinde bulunan, her biri elekt­rikli fünyelerle bağlı ve içi patlayıcı dolu olan ocaklardan korkuyordu. Bunları göremiyordu ancak tıpkı yakınındaki bir mıknatısın demiri çekmesi gibi onları hissedebiliyordu. 

Bir muhafız bu anahtarı çevirecek olursa, hem devrimciler hem de karşı devrimciler koca bir patlamadan ölür giderdi. 

Yirmi Sekiz Nisan Kolordusu'nun Kızıl Muhafızlar'ı bunu yapabilecek kadar kafayı yemişti. Kızıl Muhafızlar'ın birinci kuşak kadınları ve erkekleriyle kıyaslandığında, yeni isyancılar ipini koparmış, deliden daha deli kurt sürü­sünden farksızdı. 

7 Yirmi Sekiz Nisan Kolordusu karargahının tepesinde, dev bir kızıl sancağı dört bir yana dalgalandıran genç ve güzel bir kız belirdi. Bu güzel kızı birbirine karışan silah sesleri karşıladı. Kıza saldıran silahlar çok çeşitliydi; bun­ların arasında Amerikan yapımı eski tüfekler, Çek yapımı makineli tüfekler ve Japon Tip-38 tüfekleri, 'August Edi­torial' yazısının yayımlanmasından sonra Halk Kurtuluş Ordusu'ndan çalınmış HKO tüfekleri gibi daha yeni silahlar ve hatta Çin yapımı eski kılıçlar ve mızraklar da vardı. Mo­dern tarih tek bir yerde toplanmış gibiydi. 

Yirmi Sekiz Nisan Kolordusu'nun sayısız üyesi buna benzer manzaralarla çok sefer karşılaşmıştı. Binanın tepe­sinde sancak sallar, megafonla sloganlar atar ve etrafa bildiri saçarlardı. O cesur kadın ve erkekler her seferinde, kurşun yağmurundan kazandıkları görkemli zaferlerle sağ çıkmayı başarmıştı. 

Ve belli ki bu yeni kız çocuğu da o kadar şanslı olacağını düşünüyordu. Kız yanan gençliğini ortaya koyuyormuş gibi savaş sancağını salladı. Düşmanlarının alevler içerisinde yanarak kül olacağını, damarlarında kanıyla beraber akan şevk ve coşkudan mükemmel bir dünyanın doğacını umu­yordu. Bir kurşun göğsünü delip geçene kadar kız bu kızıl hayallerle mest olmuştu. 

On beş yaşındaki kızın bedeni o kadar narindi ki, kur­şun girip çıkarken yavaşlamamıştı bile. Genç Kızıl Muhafız, sancağıyla beraber aşağı düşmeye başladı. Hafif bedeni gök­yüzünü terk etmek istemeyen bir kuş misali, kızıl kumaştan bile daha yavaşça düşüyordu. 

Kızıl Birlik savaşçıları sevinç içerisinde haykırdı. Bir­kaç kişi hemen binanın önüne koştu, Yirmi Sekiz Nisan Kolordusu'nun savaş sancağını koparıp aldı ve narin can­sız bedene el koydu. Kızın zarif ve ince bedenini, galibiyet kupalarını kaldım gibi havaya kaldırdılar. Daha sonra onu 

8 avludaki demir kapının üzerine attılar. Kapının metal çu­buklarının çoğu sivri uçluydu ve hiziplerin iç savaşlarında mızrak olarak kullanılmak üzere kapıdan sökülmüştü. Fa­kat bunlardan iki tanesi halen yerindeydi. Demir çubukla­rın sivri uçları küçük kızı yakaladığında, kız bir anlığına hayata döner gibi sarsıldı. 

Kızıl Muhafızlar biraz geri çekilip atış talimi için kızın kazığa geçirdikleri bedenini kullanmaya başladılar. Küçük kız uzun zamandır hiçbir şey hissetmediğinden, yoğun mermi fırtınası, çiseleyen bir yağmurdan farksızdı. Ara sıra, havada asılı incecik kolları sanki yağmur damlalarını vü­cudundan silkmek istiyormuş gibi sallanıyordu. Mermiler­den biri kızın kafasının yarısını uçurdu. Artık, 1967 yılının mavi gökyüzüne bakabilecek tek bir güzel gözü kalmıştı. 

7 Şubat 2023 Salı

Roald Dahl, Çocuklarını Dahi Sanan Anne-Babalar için Yazmış.



Anneler ve babalar ilginçtir. Kendi çocukları akla gelebilecek en berbat kişi olsa bile, onun harika biri olduğuna inanırlar.

Bazı ana-babalar daha da ileri gider. Hayranlık gözlerini o kadar köreltir ki, çocuklarının bir dâhinin özelliklerine sahip olduğu konusunda kendilerini ikna etmeyi başarırlar.

Aslında bunda pek yanlış bir şey de yoktur. Dünya böyledir. Ancak ana-babalar mide bulandıran yavrularının ne kadar parlak olduklarını bize anlatmaya başlayınca, biz de, “Bize bir tas verin; kusacağız!” diye bağırmaya başlarız.

Okul öğretmenleri gururlu ana-babalardan bu tür gevezelikleri dinlemek durumunda kaldıkları için epeyce sıkıntı çekerler, ancak bunun acısını genellikle dönem sonu notunu atarken çıkarırlar. 

Eğer ben öğretmen olsaydım, çocuklarına hayran böyle ana-babaların çocukları için yazacak dâhiyane şeyler bulurdum. “Oğlunuz Maximilian,” diye yazardım, “tam bir serseri. Umarım aileniz bir iş sahibidir de, okulu bitirdikten sonra onu oraya yerleştirebilirsiniz, çünkü başka hiçbir yerde iş bulamayacağından eminim.” 

Ya da kendimi şair gibi hissediyorsam, şöyle yazabilirdim: “Çekirgelerin işitme organlarının karın boşluğunun iki yanında olmaları ilgi çekici bir gerçektir. Bu dönem öğrendiklerine dayanarak kızınız Vanessa'yı değerlendirirsek, işitme organı dahi olmadığını söyleyebiliriz.” 

Tabiat bilgisi konularının altını üstüne getirebilir ve şöyle söyleyebilirdim: “Ağustos böceği yerin altında koza içinde altı yıl, yerin üstünde, güneş ışınlarından ve havadan yararlanan özgür bir yaratık olarak altı gün geçirir. Oğlunuz Wilfred bu okulda yerin altında altı yıl geçirdi ve hâlâ kozasından çıkmasını bekliyoruz.” 

Özellikle zehirli bir küçük kız beni sokup şunları söyletebilir: “Fiona tıpkı bir buzdağının güzelliğine sahip, ama buzdağından farklı olarak, yüzeyin altında hiçbir şeyi yok.”


Bu bölüm hemen Matilda'nın Girişindedir. 

Nazım'ın Az Bilinen Şiiri: Kozmos Kardeşliği Adına

 


9 Ağustos 2022 Salı

Severmişim Meğer



yıl 62 Mart 28

Prag-Berlin treninde pencerenin yanındayım

akşam oluyor

dumanlı ıslak ovaya akşamın yorgun bir kuş gibi inişini severmişim meğer

akşamın inişini yorgun kuşun inişine benzetmeyi sevmedim 

toprağı severmişim meğer

toprağı sevdim diyebilir mi onu bir kez olsun sürmeyen

ben sürmedim

Platonik biricik sevdam da buymuş meğer

meğer ırmağı severmişim

ister böyle kımıldanmadan aksın kıvrıla kıvrıla tepelerin eteğinde

doruklarına şatolar kondurulmuş Avrupa tepelerinin

ister uzasın göz alabildiğine dümdüz

bilirim aynı ırmakta yıkanılmaz bir kere bile

bilirim ırmak yeni ışıklar getirecek sen göremeyeceksin

bilirim ömrümüz beygirinkinden azıcık uzun karganınkinden alabildiğine kısa

bilirim benden önce duyulmuş bu keder

benden sonra da duyulacak

benden önce söylenmiş bunların hepsi bin kere

benden sonra da söylenecek

gökyüzünü severmişim meğer

kapalı olsun açık olsun

Borodino savaş alanında Andırey’in sırtüstü seyrettiği gök kubbe

hapiste Türkçeye çevirdim iki cildini Savaşla Barış’ın

15 Temmuz 2022 Cuma

1984: Önceden Yazılmış Tarih

George Orwel

1984'ün ilk bölümünden bir pasaj


Görsel Kaynak
***
KAHROLSUN BÜYÜK BİRADER KAHROLSUN BÜYÜK BİRADER KAHROLSUN BÜYÜK BİRADER KAHROLSUN BÜYÜK BİRADER KAHROLSUN BÜYÜK BİRADER

Sayfanın yarısı dolmuştu.

Sancıya benzer bir panik duydu içinde. Ama saçmaydı bu. Birtakım sözleri yazmak en az bir günlük tutma eylemi kadar tehlikeliydi. Bir an için sayfaları yırtıp atmak ve günlük tutma girişimine son vermek istedi.

Ama düşündüğünü yapmadı, çünkü bunun anlamsızlığını biliyordu. İster KAHROLSUN BÜYÜK BİRADER yazsın, ister yazmasın fark etmiyordu. Günlüğü tutsa da, tutmasa da, yine fark etmiyordu. Düşünce Polisi onu er geç ele geçirecekti. Eğer tek sözcük yazmamış olsaydı bile, yine de tüm suçları içine alan bir suç işlemişti. Buna Düşünce suçu deniyordu... Düşünce suçu sonsuza dek gizlenebilecek bir suç değildi. Bir süre saklanabilirdiniz, ama yıllar sonra olsa bile, eninde sonunda sizi yakalamalarını engelleyemezdiniz.

Tutuklamalar her zaman gece yapılırdı. Uykudan, ansızın sarsılarak uyanma, omzunuzu dürten kaba bir el, gözlerinize tutulan ışık, yatağınızın çevresinde katı yüzlerden bir halka. Olayların büyük çoğunluğunda, yargılama olmaz, tutuklama gerekçesi gösterilmezdi. İnsanlar geceleri ortadan kayboluverirlerdi, o kadar. Adları sicillerden silinir, o güne dek tüm yaptıkları kayıtlardan silinir, bir zamanlar var oldukları yadsınır ve sonra unutulurdu. Böyle ortadan kaldırılanlara, yok edilenlere genellikle buharlaştı denirdi.

Winston bir an için çılgınlık nöbetine tutuldu. Acele ve karmakarışık bir yazıyla yazmaya başladı:

Vuracaklar beni umurumda değil ensemden vuracaklar beni umurumda değil kahrolsun büyük birader insanları hep enselerinden vururlar umurumda değil kahrolsun büyük birader.

Arkasına yaslandı, biraz kendinden utanmıştı, kalemini bıraktı. Bir an sonra şiddetle irkildi. Kapı çalınıyordu.

2 Kasım 2021 Salı

Hari Seldon'un Yargılanma Sahnesi (Vakıf, Asimov)


[Vakıf kitap ve dizisini anlamak için aşağıda alıntıladığım Hari Seldon'un yargılanma sahnesi okunsa iyi olur.] 

****

İddia makamı olan Komisyon’un avukatı bir süre notlarına göz gezdirdikten sonra Seldon’ı sorgulamaya kaldığı yerden devam etti:

Soru. Söyleyin bakalım, Dr. Seldon. Sizin başını çektiğiniz bu proje üzerinde şu an kaç kişi çalışıyor?

Yanıt. Elli matematikçi.

S. Dr. Gaal Dornick de bunların içinde mi?

Y. Dr. Dornick elli birinci.

S. Ah, demek sayınız elli bire çıktı? Hafızanızı şöyle bir yoklayın, Dr. Seldon. Belki de elli ikinci veya elli üçüncü de vardır, hatta daha fazlası!

Y. Dr. Dornick örgütüme henüz resmen katılmış değil. Onun da katılımıyla üye sayımız elli bir olacak. Şu an ise, söylemiş olduğum gibi, elli.

S. Üye sayınız yüz bini buluyor olmasın sakın?

Y. Yüz bin matematikçi mi? Ne mümkün!

S. Matematikçiler demedim ki. Tüm meslek dallarını hesaba katarsak, yandaşlarınızın sayısı yüz bin eder mi?

Y. Tüm meslekleri katarsak, tahmininiz doğru olabilir.

S. Olabilir mi? Bense öyle olduğunu söylüyorum. Projenizde çalışmakta olan adam sayısı tam olarak doksan sekiz bin beş yüz yetmiş iki.

Y. Sanırım kadınları ve çocukları da sayıyorsunuz.

S. (Sesini yükselterek) Benim hesabıma göre doksan sekiz bin beş yüz yetmiş iki kişi. Kaçamak yanıtlara başvurmanıza gerek yok.

Y. Pekâlâ, verdiğiniz rakamın doğruluğunu kabul ediyorum.

S. (Bir yandan notlarına bakarak) Şimdilik bunu bir kenara bırakalım ve önceden belli bir noktaya dek tartışmış olduğumuz bir diğer konuya dönelim. Bize tekrar edebilir misiniz, Dr. Seldon, Trantor’un geleceğine ilişkin düşünceleriniz nelerdir?

Y. Daha önce de söyledim ve yine söylüyorum; Trantor önümüzdeki üç yüzyıl içinde yerle bir olacak.

S. Bu ifadenizi sadakatsizce bulmuyor musunuz?

Y. Hayır, efendim. Bilimsel gerçeklik her türlü sadakatin ve sadakatsizliğin ötesinde bir şeydir.

S. Bu yargınızın bilimsel gerçeklik taşıdığından eminsiniz yani?

9 Mayıs 2021 Pazar

Borges'ın Kaleminden İstanbul

 


İSTANBUL

Kartaca, adı kötüye çıkmış bir kültürün en dile düşmüş ör­neğidir. Biz, bu "Kent"le ilgili hiçbir şey söyleyemiyoruz; Flaubert de, düşmanlarının amansız olduğu dışında, söyle­yecek hiçbir şey bulamamıştı. Sanırım, Türkiye'yle ilgili ola­rak da benzer bir durum söz konusu. Acımasız bir ülke gelir aklımıza. Bu kavram, yazılı tarihin hem en acımasız hem de en az ilençlenmiş girişiminden, Haçlı Seferleri'nden kaynak­lanır. Belki de aynı ölçüde bağnaz İslam nefretinden hiç de aşağı kalmayan Hıristiyan nefreti gelir aklımıza. Batı'da, Osmanlar arasında büyük bir Türk adının bulunmadığından dem vururuz. Bize kalmış olan biricik ad, Muhteşem Süley­man'dır (e sola, in parte, vidi'l Saladino) .

Üç günde Türkiye'yi ne kadar tanıyabilirim? Benim gör­düğüm, çok güzel bir kent, Boğaziçi, Haliç ve kıyılarında Rünik alfabeyle yazılmış taşlar bulunmuş olan Karadeniz gi­rişi. Kulağıma çalınan, yumuşak bir Almancayı andıran hoş bir dil. Buralarda, birçok değişik ulusun hayali dolaşıyor olsa gerek: Ben, Bizans imparatorunun onur kıtasını oluş­turmuş olan ve Hastings'de olup bitenlerden sonra İngiltere'den kaçan Saksonların katıldığı İskandinavları anımsamayı seçiyorum. Kuşku yok ki, keşfe başlamak için Türkiye'ye yeniden gelmeliyiz.



Jorge Luis Borges, Atlas, İletişim Yayınları 1. BASKI 2014, İstanbul, s. 56-57