16 Ocak 2024 Salı

Üç Cisim Problemi Kitabından: Kültür Devrimi'nden Bir Sahne

İlk cilt bu bölümle başlar. Bu ne tarihle ne de doğrudan Çin'le  ilgili bir romandır. Bu bir Çinli yazarın bilim kurgusal romanıdır. Arka planda Çin tarihi vardır ama ana tema; -doğrudan bir ifadeyle söyleyecek olursak- Uzaylılarla temas öyküsüdür. Bilim, teori, deney ve gözlem; kurgunun hamurunu oluşturan ana malzemeler olarak kullanılmıştır. DK

https://en.wikipedia.org/wiki/Liu_Cixin


Çılgınlık Yılları 

Çin, 1967 

Kızıl Birlik'in, Yirmi Sekiz Nisan Kolordusu karargah bina­sındaki saldırısı iki gündür devam ediyordu. Kızıl bayrakla­rı, çıra arayan alevler gibi rahatsızca dalgalanıyordu. 

Kızıl Birlik'in kumandanı endişeliydi ama bu endişe­nin sebebi karargah binasının muhafızları değildi. Yirmi Sekiz Nisan Kolordusu karargahının iki yüzden fazla Kızıl Muhafızı, 1966 yılının başlarında Büyük Proleter Kültür Devrimi'nin başında kurulmuş olan Kızıl Birlik'in kıdemli Kızıl Muhafızları'yla kıyaslandığında çaylaktan öteye gide­mezdi. Kızıl Birlik ülke çapında gerçekleşen devrimci tur­larının kargaşalı deneyimlerine ve Tiananmen Meydanı'nda Başkan Mao'yu görmeye alışmıştı. 

Ama kumandan, binanın içinde bulunan, her biri elekt­rikli fünyelerle bağlı ve içi patlayıcı dolu olan ocaklardan korkuyordu. Bunları göremiyordu ancak tıpkı yakınındaki bir mıknatısın demiri çekmesi gibi onları hissedebiliyordu. 

Bir muhafız bu anahtarı çevirecek olursa, hem devrimciler hem de karşı devrimciler koca bir patlamadan ölür giderdi. 

Yirmi Sekiz Nisan Kolordusu'nun Kızıl Muhafızlar'ı bunu yapabilecek kadar kafayı yemişti. Kızıl Muhafızlar'ın birinci kuşak kadınları ve erkekleriyle kıyaslandığında, yeni isyancılar ipini koparmış, deliden daha deli kurt sürü­sünden farksızdı. 

7 Yirmi Sekiz Nisan Kolordusu karargahının tepesinde, dev bir kızıl sancağı dört bir yana dalgalandıran genç ve güzel bir kız belirdi. Bu güzel kızı birbirine karışan silah sesleri karşıladı. Kıza saldıran silahlar çok çeşitliydi; bun­ların arasında Amerikan yapımı eski tüfekler, Çek yapımı makineli tüfekler ve Japon Tip-38 tüfekleri, 'August Edi­torial' yazısının yayımlanmasından sonra Halk Kurtuluş Ordusu'ndan çalınmış HKO tüfekleri gibi daha yeni silahlar ve hatta Çin yapımı eski kılıçlar ve mızraklar da vardı. Mo­dern tarih tek bir yerde toplanmış gibiydi. 

Yirmi Sekiz Nisan Kolordusu'nun sayısız üyesi buna benzer manzaralarla çok sefer karşılaşmıştı. Binanın tepe­sinde sancak sallar, megafonla sloganlar atar ve etrafa bildiri saçarlardı. O cesur kadın ve erkekler her seferinde, kurşun yağmurundan kazandıkları görkemli zaferlerle sağ çıkmayı başarmıştı. 

Ve belli ki bu yeni kız çocuğu da o kadar şanslı olacağını düşünüyordu. Kız yanan gençliğini ortaya koyuyormuş gibi savaş sancağını salladı. Düşmanlarının alevler içerisinde yanarak kül olacağını, damarlarında kanıyla beraber akan şevk ve coşkudan mükemmel bir dünyanın doğacını umu­yordu. Bir kurşun göğsünü delip geçene kadar kız bu kızıl hayallerle mest olmuştu. 

On beş yaşındaki kızın bedeni o kadar narindi ki, kur­şun girip çıkarken yavaşlamamıştı bile. Genç Kızıl Muhafız, sancağıyla beraber aşağı düşmeye başladı. Hafif bedeni gök­yüzünü terk etmek istemeyen bir kuş misali, kızıl kumaştan bile daha yavaşça düşüyordu. 

Kızıl Birlik savaşçıları sevinç içerisinde haykırdı. Bir­kaç kişi hemen binanın önüne koştu, Yirmi Sekiz Nisan Kolordusu'nun savaş sancağını koparıp aldı ve narin can­sız bedene el koydu. Kızın zarif ve ince bedenini, galibiyet kupalarını kaldım gibi havaya kaldırdılar. Daha sonra onu 

8 avludaki demir kapının üzerine attılar. Kapının metal çu­buklarının çoğu sivri uçluydu ve hiziplerin iç savaşlarında mızrak olarak kullanılmak üzere kapıdan sökülmüştü. Fa­kat bunlardan iki tanesi halen yerindeydi. Demir çubukla­rın sivri uçları küçük kızı yakaladığında, kız bir anlığına hayata döner gibi sarsıldı. 

Kızıl Muhafızlar biraz geri çekilip atış talimi için kızın kazığa geçirdikleri bedenini kullanmaya başladılar. Küçük kız uzun zamandır hiçbir şey hissetmediğinden, yoğun mermi fırtınası, çiseleyen bir yağmurdan farksızdı. Ara sıra, havada asılı incecik kolları sanki yağmur damlalarını vü­cudundan silkmek istiyormuş gibi sallanıyordu. Mermiler­den biri kızın kafasının yarısını uçurdu. Artık, 1967 yılının mavi gökyüzüne bakabilecek tek bir güzel gözü kalmıştı. 

Bakışlarında acı yoktu, sadece katıklaşmış bir tutku ve öz­lem vardı. 

Ama yine de diğerlerine kıyasla şanslıydı. En azından, büyük bir tutkuyla ideali için kendini feda etme şansı bul­muştu. 

Buna benzer savaşlar, Pekin'in dört bir yanında patlak veriyordu ve paralel CPU'lar gibi el ele vererek Kültür Devrimi'ni oluşturuyorlardı. Delilik tıpkı bir sel gibi şehri boğuyor, sızmadık yer bırakmıyordu. 

Şehrin kenarında bulunan Tsinghua Üniversitesi'nin açık hava sporlarının yapıldığı spor alanında, binlerce insa­nın katıldığı bir 'mücadele oturumu' tam iki saattir devam etmekteydi. Kalabalık önünde suçlarını itiraf edene kadar, sözlü aşağılama ve fiziksel istismar yoluyla devrimin düş­manlarını yıkmak amacıyla kurulmuş bir tür kamu mitin­giydi bu. 

Devrimciler çeşitli gruplara bölünmüş, karşıt gruplar her yerde karmaşık harekatlar içine gitmişti. Üniversi­te bünyesinde Kızıl Muhafızlar, Kültürel Devrim Çalışma 9 Grubu, işçi Propaganda Takımı ve Askeri Propaganda Ta­kımı arasında yoğun çatışmalar patlak vermişti. Ve zaman zaman bu parçalardan her biri farklı bir temele ve gündeme sahip, yeni bir isyancı grup çıkıyordu. Bu da daha acımasız savaşlara meydan yaratıyordu. 

Ama bu toplu mücadele oturumunda, kurbanlar, tutucu burjuva akademikleriydi. Bunlar her grubun düşmanıydı ve bu yüzden her taraftan gelen zalimce saldırılara katlanmak­tan başka yapacak bir şeyleri yoktu. 

Diğer 'Canavarlar ve Şeytanlar'* ile kıyaslandığında tu­tucu akademikler özeldi: İlk mücadele oturumlarında hem kibirli hem de inatçıydılar. Aynı zamanda bu aşamada en çok kaybı vermişlerdi. Sadece başkent Pekin'de, mücadele oturumları sırasında, kırk günlük bir süreç içerisinde, dö­vülerek öldürülen bin yedi yüzden fazla kurban vardı. Lao She, Wu Han, Jian Bozan, Fu Lei, Zhao Jiu Zhang, Yi Qun, Wen Jie, Hai Mo ve bir zamanların daha birçok saygın ay­dını bu çılgınlıktan kurtulmak uğruna daha kolay bir yol seçerek kendi hayatlarını sona erdirmeyi seçmişlerdi. 

Birinci aşamadan canlı çıkanlar, acımasız mücadele otu­rumları sırasında yavaş yavaş uyuşmuşlardı. Ruhsal bir koruyucu kabuk, bütün bir sinirsel çöküş yaşamalarını en­gellemişti. Oturumlar sırasında çoğunlukla yarı uyur halde olurlar, ancak birisi çoktan defalarca tekrarladıkları suçları­nı bir kez daha tekrarlamaları için suratlarına haykırdığında uyanırlardı. 

Ardından bazıları üçüncü aşamaya geçti. Bilgi ve ras­yonellik üzerine inşa ettikleri dev zihinleri çökene kadar, bitmek bilmeyen acımasız mücadele oturumlarında politik imgeler beyinlerine kazınıyordu. Gerçekten suçlu oldukla­rına inanmaya başlıyor, devrimin yüce ülküsüne ne kadar zarar verdiklerini idrak ediyorlardı. Bu sebeple gözyaşlarına boğuluyorlardı ve pişmanlıkları, aydın olmayan 'Canavar­lar ve Şeytanların' pişmanlığından çok daha derin ve içten oluyordu. 

Kızıl Muhafızlar içinse son iki zihin aşamasında yapı­lan işkenceler son derece sıkıcıydı. Kızıl Muhafızlar'ın aşırı uyarılmış, heyecana aç beyinlerine, yeterli heyecanı sadece ilk aşamada kalmış Canavarlar ve Şeytanlar sağlayabiliyor­du. Ama bu tür rağbet gören kurbanların sayısı gitgide azal­mıştı. Muhtemelen Tsinghua Üniversitesi'nde sadece bir tane kalmıştı. O da çok ender rastlanan biri olduğundan, mücadele oturumunun en sonu için saklanmaktaydı. 

Ye Zhetai, Kültürel Devrim'inde bugünlere kadar hayat­ta kalabilmişti. Birinci aşamanın başından beri pişmanlığı, intiharı ve duygusuzlaşmayı reddetmişti. Bu fizik profesörü oturum zamanı kalabalığın önündeki sahneye yürüdü ve suratındaki ifade açıkça okunabiliyordu: Taşıdığım yük varsın daha da ağır olsun. 

Kızıl Muhafızlar da onun bu isteğini yerine getirdi. Otu­rumdaki diğer kurbanlara bambudan yapılan uzun şapkalar giydirilmişti ama Ye Zhetai'ın taktığı şapka kalın çelik çu­buklardan yapılmıştı. Boynuna asılan plaka, diğerlerininki gibi ahşap değil, laboratuvar fırınından sökülen metal ka­pıydı. Üzerine belirgin siyah karakterlerle adı yazılmıştı ve büyük bir kırmızı bir çarpı işareti koyulmuştu. 

Ye'ye sahnede eşlik ederken, diğer kurbanlara kıyasla iki kat daha fazla Kızıl Muhafız kullanıldı: iki erkek, dört kadın. Bu iki genç adam ideal Bolşevik gençliğinin sahip olduğu kendine güven ve amaçla hareket ediyordu. Üniver­sitede teorik fizik bölümü dördüncü sınıf öğrencileriydi ve Ye Zhetai onların profesörleriydi. Dört kız ise, üniversiteye bağlı lisenin ikinci sınıf öğrencileriydi ve daha çok genç­lerdi. Askeri üniforma giymiş ve bandoyla donatılmışlardı. 

Gençlik enerjileriyle Ye Zhetai'ın etrafında dört yeşil alev gibi dönüyorlardı. 

Ye Zhetai'ın sahneye çıkışı kalabalığı heyecanlandırdı. 

Yavaş yavaş zayıflamış tezahüratlar, onun sahneye çıkma­sıyla tekrar gücünü kazandı ve bir medcezir misali diğer her tüm sesleri bastırdı. 

Sabırla sloganların kesilmesini bekledikten sonra, Kızıl Muhafız erkeklerinden biri kurbana döndü. "Ye Zhetai, sen mekanikte uzmansın. Karşı koyduğun birleşik kuvvetlerin ne kadar güçlü olduğunu görüyorsun. İnatçılığının devam etmesi ölümüne sebep olacak! Fazla konuşmaya gerek yok. Bugün, oturum geçen sefer kaldığı yerden devam edecek. Her zamanki yalanlarına başvurmadan şu soruyu cevapla: 1962-1965 yılları arasında fizik derslerine Görelilik Kura­mını eklemek kendi kararın değil miydi?" 

"Görelilik fiziğin en temel teorilerinin bir parçasıdır. Na­sıl olur da temel ders kapsamında öğretilmez?" diye cevap­ladı Ye Zhetai.

Yan tarafındaki bir kadın Kızıl Muhafız, "Yalan söylü­yorsun," diye bağırdı. "Einstein gerici bir akademikti. O adam cebini parayla dolduracak her efendiye hizmet eder. O ki, Amerikan Emperyalistleri'nin kucağına gidip onlar için atom bombalan inşa etti. Bilimsel devrim yapmak isti­yorsak, görelilik kuramının temsil ettiği kapitalizmin siyah bayrağını indirmeliyiz!" 

Ye Zhetai sessiz kaldı. Boynundaki demir plaka ve ba­şındaki ağır demir şapkanın verdiği acıyla, cevaplanmaya değmeyen sorulan cevaplayacak mecali yoktu. Arkasında­ki kız öğrencilerden biri kaşlarını çattı. Konuşan kız, dört Kızıl Muhafız arasından en zeki olanıydı. Belli ki önceden çalışmıştı. Sahneye çıkmadan önce, mücadele oturumunun senaryosunu ezberlerken görülmüştü. 

Ama Ye Zhetai gibi birine karşı birkaç slogan bana mısın demezdi. Kızıl Muhafızlar, öğretmenlerine karşı hazırladık­ları yeni silahlarını kullanmaya karar verdiler. İçlerinden biri sahnenin dışındaki birine el etti. Ye Zhetai'ın fizik pro­fesörü olan eşi Shao Lin ön sıradaki kalabalıktan sıyrılarak ayağa kalktı. Üzerinde hiç de düzgün oturmamış çimen ye­şili bir kıyafet vardı. Kızıl Muhafızlar'ın askeri üniformaları­nı taklit etmeyi amaçladığı çok açıktı. Shao Lin'i tanıyanlar, onun ders anlatırken şık bir qipao giydiğini bilirlerdi. Şim­diki görüntüsü zorlamaydı ve ona hiç yakışmamıştı. 

Shao Lin, parmağıyla kocasını işaret ederek, "Ye Zhetai" diye seslendi. Böyle oyunlara alışık olmadığı belliydi. Sesi­ni yükseltmeye çalışsa da sesi ancak daha da çatallaşmıştı. "Karşına çıkıp seni ifşa edeceğimi, eleştireceğimi düşünme­din, değil mi? Evet, geçmişte beni kandırdın. Gerici dün­ya görüşün ve bilimsel bakışınla benim gözlerimi boyadın! Ama artık uyandım ve gözlerim açık. Devrimci gençlerin yardımıyla devrimin ve halkın safında yer almak istiyorum." 

Kalabalığa döndü. "Yoldaşlar, devrimci gençler, devrimci öğretim üyeleri ve personeller, Einstein'ın görelilik kura­mıyla Einstein'ın gerici doğasını açıkça anlamamız gerek. Bu kendini en çok genel görelilikte belli ediyor: Evrene dair ortaya attığı statik model, maddenin dinamik doğasına ters. Bu anti-diyalektiktir. Evreni sınırlı bir şeymiş gibi görür ve bu da şüphesiz gerici bir idelizmdir . . . " 

Ye Zhetai kansının konuşmasını dinlerken yüzünde alaycı bir gülümseme belirdi. 

Shao Lin ben mi seni kandır­dım? Sen, kalbimde her zaman çözemediğim bir gizemdin. Bir keresinde senin üstün yeteneğini babana övmüştüm. Ne mutlu ona ki erkenden öldü de bu felakete şahit olmadı. Oysa baban başını sallamış ve senin akademik olarak bu kadar başarı ka­zanacağını asla tahmin etmediğini söylemişti. Ardından söy­lediği şeyse, hayatımın ikinci yansı için çok belirleyici bir laf olup çıktı: "Lin Lin çok zekidir. Temel teori üzerinde çalışması için aptal olması gerekir." 

Yıllar sonra, bu sözlerin anlamını daha net anlamaya başladım. Lin, sen gerçekten de çok zekiydin. Hatta birkaç yıl öncesinden akademide siyasi rüzgarın değiştiğini hissederek kendini bu duruma hazırlamıştın. Örneğin, artık öğrencilere anlatırken Ohm yasasına direnç kanunu, Maxwell denklem­lerine elektromanyetik denklemle,; Planck sabitine kuantum sabiti demeye başlamış ve bu tip yasa ve sabitlerin adını de­ğiştirmiştin. Öğrencilerine tüm bilimsel başanların, çalışan kitlelerin bilgeliğinden gelen bir sonuç olduğunu ve kapitalist akademik yetkililerin sadece bu başarılan çalıp üzerine kendi isimlerini yapıştırdıklarını açıkladın. 

Ama yine de devrimci tayfanın gözüne girmeyi başarama­dın. Şimdi şu haline bir bak? "Devrimci öğretim üyeleri ve per­sonellerinin" kırmızı kol bandını takmana izin vermemişler ve elinde Küçük Kırmızı Kitap'ı taşıma iznin bile yok. Senin, devrim öncesi Çin'de önde gelen bir ailede doğma ve bu ailenin ünlü alimler olması gibi bir kusurun var ve bu kusur peşini bırakmıyor. 

Gerçi Einstein hakkında itiraf edecek benden çok şeyin var. 1922 yılının kışında Einstein Şangay'ı ziyaret etmiş. Çok akıcı bir Almancası olduğu için babandan bu turda Einstein'a eşlik etmesi istenmiş. Defalarca bana, babanın Einstein'ın teşvikiy­le fiziğe başladığını, senin de babanın etkisiyle fiziği seçtiğini anlattın durdun. Bu durumda Einstein'ın dolaylı olarak senin öğretmenin olduğu söylenebilir. Ve onca zaman böylesi bir ba­ğınız olduğu için gurur duymuş ve şanslı hissetmiştin. 

Sonra ben babanın sana söylemiş olduğu beyaz bir yalanı yakaladım. Baban ve Einstein arasında uzun sohbetler değil, kısa bir konuşma geçmişti, hepsi bu. 13 Kasım 1922 sabahında baban Einstein'a Nanjing caddesindeki yürüyüşünde eşlik etmiş. 

O yürüyüşte Şangay Üniversitesi'ndeki meslektaşı Yu Youren ve Ta Kung Pao gazetesinin genel müdürü Cao Gubing de varmış. Cadde üzerinde bakımı yapılan bir alandan geçerken, Einstein bir işçinin yanında durmuş. Eli yüzü kir içinde, kıya­fetleri yırtık olan ve taş parçalayan bu genci izlemeye koyulmuş. Daha sonra babana sonmuş. "Bir günde ne kadar kaza­nıyor?

" Baban işçiye sorup Einstein'a cevap vermiş. "5 fen. " 

Babanın dünyayı değiştiren bu fizikçiyle tek konuştuğu bu olmuş. Yani ikisi görelilik ya da fizik hakkında değil sadece bu acıklı gerçek hakkında konuşmuş. Babanın anlattığına göre Einstein cevabı aldıktan sonra bir süre daha orada durmuş. 

Sönmeye yüz tutan piposundan bir fırt bile çekme zahmetin­de bulunmadan çocuğun ezber hareketlerini izlemiş. Baban bu kısa anıyı bana anlattıktan sonra içini çekerek dedi ki, "Çin'de cüret edip uğruna mücadele verdiğin her fikir yerin dibine bat­maya mahkumdur. Gerçekliğin yerçekimi çok güçlüdür." 

"Başını eğ!" diye bağırdı erkek Kızıl Muhafızlar'dan biri. 

Bu belki de eski öğrencisinden gelen insafın işareti olabi­lirdi. Oraya çıkarılan bütün mahkumlar başlarını eğmeye mecburdu. Ye, başını eğerse başındaki demirden şapka do­ğal olarak düşecekti ve başını eğik tuttuğu takdirde kimse şapkayı tekrar başına geçirme gereği de duymayacaktı. Ama Ye Zhetai ince boynundaki ağırlığa rağmen başını eğmeyi reddetti. "Başını eğ, seni inatçı gerici," diye bağıran Kızıl Muhafız kızlarından biri kemerini çıkardı ve Ye Zhetai'a doğru sal­ladı. Kız, bakır kemer tokasını Ye Zhetai'ın alnına vurdu ve o anda alnında kanamadan dolayı bulanık bir morarma belirdi. Ye Zhetai oturduğu yerde birkaç saniye sallandı ve sonra tekrar dimdik durdu. 

Kızıl Muhafızlar'ın erkeklerinden biri, "Sen ne zaman kuantum fiziğini öğretecek olsan, kendi gerici fikirlerini de bu konuya dahi ediyorsun," dedi. Sonra Shao Lin'in devam etmesi için başını salladı. 

Shao Lin konuşmak için sabırsızlanıyordu. Zaten pamuk ipliğine bağlı zihninin çökmemesi için konuşmaya devam etmesi gerekiyordu. "Bu suçu inkar edemezsin. Sık sık ku­antum fiziğinin gerici Kopenhag yorumu üzerinden anlat­tın." 

"Gel gör ki anlattıklarım yapılan deneylerin sonuçlarıy­la aynı eksende olduğu kanıtlanan açıklamalardı," dedi Ye Zhetai. Bu zor durumda bile ses tonu çok sakindi. Bu du­rum Shao Lin' i hem şaşırttı hem de korkuttu. "Bu açıklama harici gözlemlerin, kuantum dalga fonksi­yonunun çökmesine neden olduğunu ileri sürmektedir. Bu gerici idealizmin başka bir ifadesidir ve en küstah olanıdır."

 "Deneyler mi felsefeye rehberlik etmelidir, yoksa felsefe mi deneylere?" diye sordu Ye Zhetai. Ye'nin bu ani karşı ata­ğı mücadele oturumunun liderlerini şok etti. Bir an için ne diyeceklerini bilemediler. 

"Tabi ki olması gereken Marksizm'in doğru felsefesinin bilimsel deneylere rehberlik yapmasıdır," diye cevapladı er­kek Kızıl Muhafızlar'dan biri. 

"Bu doğru felsefenin gökten yağdığını söylemekle eş­değerdir. Bu tecrübeden çıkan doğrudur fikrine karşıdır. Marksizm'in doğayı anlama şekline de ters düşen bir pren­siptir. " 

Shao Lin ve iki Kızıl Muhafız üniversite öğrencisinin buna verecek hiçbir cevabı yoktu. Hala lisede olan Kızıl Muhafızlar'ın aksine, onlar bu mantığı tamamen görmez­den gelemezlerdi. 

Ama diğer dört kızın kendilerine göre yenilmez oldu­ğunu düşündükleri devrimci yöntemleri vardı. Daha önce Ye Zhetai'ı kemerle kırbaçlayan kız tekrar kemerini çıkarıp kullanmaya başladı. Diğer üç kız da kemerlerini çıkarıp Ye Zhetai'a vurmaya başladılar. İki erkek Kızıl Muhafız müda­hale etmedi. Müdahale edecek olurlarsa, yetersiz birer dev­rimci olduklarından şüphelenilecekti. 

"Sen büyük patlama teorisini de öğrettin. Bu bütün bi­limsel teorilerin en gerici olanıdır," dedi Kızıl Muhafız er­keklerinden biri. Konuyu değiştirmeye çalışıyordu. 

"Belki de gelecekte bu teorilerin tersi ispatlanabilecek. Ama bu yüzyılın iki büyük kozmolojik keşfi gösteriyor ki, Hubble Yasası ve Kozmik mikrodalga arkaplan ışıması gösteriyor ki günümüzde büyük patlama evrenin başlangıç noktasını bulmak için yapılan en makul açıklamadır." 

Shao Lin, "Yalan," diye bağırarak ayağa kalktı. Ardından büyük patlama teorisi hakkında uzun bir anlatıma başladı ve doğal olarak teorinin son derece gerici doğasını derinle­mesine analiz etmeyi unutmadı. Ama teorinin tazeliği dört kızdan en zekisinin dikkatini çekmişti ve sormadan edeme­di.

 "Zaman tekillikle mi başladı? Tekilliğin öncesinde ne vardı?" 

"Hiçbir şey yoktu," diye cevapladı Ye Zhetai, meraklı gencin bu sorusunu. Sonra dönüp kibarca kıza baktı. Ama yaraları ve demir şapka yüzünden zor hareket ediyordu. 

"Ne demek hiçbir şey. Gericilik, tamamen gericilik," diye bağırdı korkmuş kız. Ardından memnuniyetle ona yar­dıma gelen Shao Lin'e döndü. 

Shao Lin, "Teori ancak Yaratan tarafından doldurulacak bir boşluk bırakıyor," dedi. 

Genç Kızıl Muhafızlar'ın kafası yeni düşünceler yüzün­den karışmıştı. Sonunda ayakları yeniden yere bastı ve hala kemeri tutan kız, elini kaldırıp Ye Zhetai'ı işaret ederek, "Sen! Söylemeye çalıştığın şey Tanrı'nın var olduğu mu­dur?" diye sordu. "Bilmiyorum" "Ne dedin?" "Bilmiyorum, dedim. Tanrı'dan kastın evrenin dışında bilinçüstü bir varlık anlamına geliyorsa, onun var olup ol­madığını bilmiyorum. Bilim olumlu ya da olumsuz bir ka­nıt sunmadı," diye cevapladı Ye Zhetai. Aslında bu kabusun içerisinde Tanrı'nın olmadığına inanma eğilimindeydi. 

Bu son derece gerici ifade kalabalık içinde bir kargaşa yarattı. Kızıl Muhafızlar'dan birinin öncülük ettiği ikinci bir slogan fırtınası başladı. 

"Kahrolsun gerici akademik Ye Zhetai! " "Kahrolsun bütün gerici akademikler! " "Kahrolsun bütün gerici teoriler! " 

Sloganlar durunca kız bağırarak, "Tanrı yoktur. Bütün dinler insanların ruhunu felç etmek için iktidarlar tarafın­dan uydurulmuş araçlardır," dedi. Ye Zhetai sakince, "Bu tek taraflı bir düşünce," diye cevap verdi. 

Genç Kızıl Muhafız tehlikeli düşmanına, utanmış ve öf­keli bir halde, kemeri elinde koştu. Üç arkadaşı da peşinden gitti. Ye Zhetai uzun boyluydu, on dört yaşındaki dört kız onun başına ulaşmak için kemerlerini yukarıya doğru sal­lamaya başladılar. Birkaç sallamadan sonra onu az da olsa koruyan demir şapka Ye Zhetai'ın başından düştü. Kemerin metal tokasıyla vurarak en sonunda onu yere düşürdüler. 

Genç Kızıl Muhafızlar başarılarından cesaret alarak, şan­lı mücadelelerine daha gönülden bağlandılar. Onlar, inanç­ları ve idealleri için savaşıyordu. Tarihin, onların üzerine çevrilen parlak ışığı onları sarhoş etmişti, kendi cesaretle­riyle gurur duyuyorlardı. Ye'nin iki öğrencisi dayanamadı. "Başkan bize şiddete değil, hitabete başvurmayı öğretti," diyerek delirmenin yamacına gelmiş dört kızı Ye'nin üze­rinden çekti. 

Ama artık çok geçti. Fizikçi gözleri açık, kafası kanlar içerisinde yerde yatıyordu. Coşkulu kalabalık bir anda ses­sizliğe büründü. Hareket eden tek şey akan kandı. Kızıl bir yılan misali, yavaşça sahnede yolunu buldu ve sahnenin altına damlamaya başladı. Kan damlalarının çıkardığı ses, tıpkı yürüyerek uzaklaşan birinin ayak sesleri gibiydi. 

Sonunda aklını kaçıran Shao Lin'in kahkahası sessizliği yardı. Kahkahadan korkan katılımcılar, önce sızıntıyla ar­dından bir sel gibi oradan · ayrılmaya başladılar. Spor alanı boşaldı, geriye bir tek sahnenin altındaki kız kalmıştı. 

O kız, Ye Zhetai'ın kızı, Ye Wenjie'ydi. 

Dört kız babasının canını almaya niyetlenmişken sahne­ye doğru atılmıştı. Ama yaşlı iki üniversite hizmetlisi onu zorla tutmuş, oraya gidecek olursa hayatını kaybedeceğini kızın kulağına fısıldamıştı. Kitlesel mücadele oturumu çıl­gınca bir hal almıştı ve Ye Wenjie'nin bu davranışı kalabalığı daha fazla şiddete teşvik edebilirdi. O da avazı çıktığı kadar haykırmıştı. Ama onun bu çığlıkları atılan tezahüratlar için­de boğulmuştu. 

Sonunda tekrar sessizlik çöktüğünde, Ye Wenjie uzunca bir süre hiçbir ses çıkarmadı. Gözlerini babasının cansız be­denine dikmişti. Dillendiremediği düşünceleri ve gördük­leri kanına o kadar işlemişti ki hiçbiri hayatı boyunca onu terk etmeyecekti. Kalabalık dağıldıktan sonra Ye Wenjie'nin vücudu taş bir heykel gibi, iki üniversite hizmetlisi onu ko­lundan tuttuğu o halde kalmıştı. Uzun bir süre sonra Ye Wenjie kollarını indirdi ve yavaşça sahneye giderek babası­nın cansız bedeninin yanına oturdu, soğuk ellerini tuttu. Ye Wenjie'nin boş gözleri uzaklara bakıyordu. Sonunda cesedi yerden kaldırmak için geldiklerinde, Ye Wenjie cebinden babasının piposunu çıkararak babasının avucuna koydu. 

Wenjie, kalabalığın ardından, çöplerini bıraktığı spor alanından sessizce ayrıldı ve evine döndü. Fakültedeki evine geldiğinde ikinci kattaki evinin penceresinden gelen histerik kahkahaları işitti. Bu ses bir zamanlar anne dediği kadına aitti. Wenjie ayaklarının artık onu taşıyıp taşımaya­cağını umursamayarak arkasını dönüp yola koyuldu. 

Nihayet kendini üniversite hayatı boyunca hem çok ya­kın arkadaşı hem de akıl hocası olan Profesör Ruan Wei'in kapısında buldu. Üniversiteden sonraki iki yıl içinde Ye Wenjie'nin, Astrofizik bölümünde yüksek lisans yaparken vuku bulan Kültürel Devrim sırasında, babası dışında tek sırdaşı yine Ruan Wei olmuştu. 

Ruan Wei, Cambridge Üniversitesi'nde okumuştu ve evinde Avrupa'dan getirdiği kitaplar, kayıtlar, resimler ve bir piyano vardı. Ayrıca bazıları Avrupavari ahşaptan, ba­zıları Türkiye'den gelen lületaşından, bazıları ise Akdeniz fundalarından yapılmış pipo setleri vardı. Her biri sanki daha önce kaseyi elinde tutmuş, ağacın sapını ağzıyla ke­netlemiş, derin düşünceli, fakat Ruan'ın adını asla söyleme­diği bir adamın bilgeliğiyle donatılmış gibiydi. 

Wenjie'nin babasının piposu da Ruan'ın hediyesiydi. Bu zarif ve sıcak ev, bir zamanlar Wenjie için dünyanın büyük fırtınalarından kaçmak istediğinde güvenli bir liman ol­muştu. Ama bu Ruan'ın evi aranmadan ve eşyalarına Kızıl Muhafızlar tarafından el konulmadan önceydi. Tıpkı baba­sı gibi Ruan da Kültür Devrimi sırasında büyük zarar gör­müştü. Mücadele oturumu sırasında ahlaka aykırı kapitalist yaşam tarzının nasıl olduğunu göstermek için boynuna to­puklu ayakkabılar asılmış, suratı rujlarla karalanmıştı. 

Wenjie, Ruan'ın evinin kapısını iterek açtı. Kızıl Muha­fızlar tarafından gerçekleştirilen kargaşanın ardından evini temizlemiş olduğunu gördü. Parçalanmış yağlı boya resim­leri yapıştırılıp yeniden duvara asılmıştı. Devrilmiş piyano yeniden dik duruma getirilmiş ve temizlenmişti. Fakat kı­rılmıştı ve uzun bir süre çalınamayacak durumdaydı. Geri­de bıraktıkları kitaplar tekrar raftaki yerlerine konmuştu. 

Ruan masanın önündeki sandalyede oturuyordu ve göz­leri kapalıydı. Wenjie Ruan'ın yanında durdu, nazikçe pro­fesörün soğuk olan alnını, yüzünü ve ellerini okşadı. Yanın­da duran boş uyku hapı şişesini fark etti. 

Bir süre sessizce bekledi ve sonra dönüp gitti. Artık üzüntü bile hissedemiyordu. Çok fazla radyasyona maruz kalmış, hep sıfırı gösteren bir Geiger sayacı gibi hiçbir tepki veremeyecek durumdaydı. Ama Ruan'ın evinden ayrılmak üzereyken son bir kez arkasına dönüp eve baktı. Profesörün makyaj yapmış olduğunu fark etti. Açık renkli bir ceket, yüksek topuklu ayakkabılar giymiş ve ruj sürmüştü. 

* Bir Budist terimi olan 'Canavarlar ve Şeytanlar' Kültür Devrimi sırasın­da devrim düşmanlarını tanımlamak için kullanılmıştır. -yhn 


Üç Cisim Problemi, Liu Cixin, İthaki Yayınları, 2015, s.7-20



1 yorum:

  1. Böyle bir problem vardır. Üç cisim problemi, astronomi ve mekaniğin önemli bir konseptidir. Bu problem, üç veya daha fazla cismin kütleçekim etkileşimleriyle nasıl hareket ettiğini inceleyen bir alanı kapsar. Üç cisim problemi genellikle matematiksel olarak karmaşık ve tahmin edilemez hareketler sergiler. Bu konu, astronomi, fizik ve matematik alanlarında yoğun bir araştırma konusudur

    YanıtlaSil