İlk cilt bu bölümle başlar. Bu ne tarihle ne de doğrudan Çin'le ilgili bir romandır. Bu bir Çinli yazarın bilim kurgusal romanıdır. Arka planda Çin tarihi vardır ama ana tema; -doğrudan bir ifadeyle söyleyecek olursak- Uzaylılarla temas öyküsüdür. Bilim, teori, deney ve gözlem; kurgunun hamurunu oluşturan ana malzemeler olarak kullanılmıştır. DK
https://en.wikipedia.org/wiki/Liu_Cixin |
Çılgınlık Yılları
Çin, 1967
Kızıl Birlik'in, Yirmi Sekiz Nisan Kolordusu karargah binasındaki saldırısı iki gündür devam ediyordu. Kızıl bayrakları, çıra arayan alevler gibi rahatsızca dalgalanıyordu.
Kızıl Birlik'in kumandanı endişeliydi ama bu endişenin sebebi karargah binasının muhafızları değildi. Yirmi Sekiz Nisan Kolordusu karargahının iki yüzden fazla Kızıl Muhafızı, 1966 yılının başlarında Büyük Proleter Kültür Devrimi'nin başında kurulmuş olan Kızıl Birlik'in kıdemli Kızıl Muhafızları'yla kıyaslandığında çaylaktan öteye gidemezdi. Kızıl Birlik ülke çapında gerçekleşen devrimci turlarının kargaşalı deneyimlerine ve Tiananmen Meydanı'nda Başkan Mao'yu görmeye alışmıştı.
Ama kumandan, binanın içinde bulunan, her biri elektrikli fünyelerle bağlı ve içi patlayıcı dolu olan ocaklardan korkuyordu. Bunları göremiyordu ancak tıpkı yakınındaki bir mıknatısın demiri çekmesi gibi onları hissedebiliyordu.
Bir muhafız bu anahtarı çevirecek olursa, hem devrimciler hem de karşı devrimciler koca bir patlamadan ölür giderdi.
Yirmi Sekiz Nisan Kolordusu'nun Kızıl Muhafızlar'ı bunu yapabilecek kadar kafayı yemişti. Kızıl Muhafızlar'ın birinci kuşak kadınları ve erkekleriyle kıyaslandığında, yeni isyancılar ipini koparmış, deliden daha deli kurt sürüsünden farksızdı.
7 Yirmi Sekiz Nisan Kolordusu karargahının tepesinde, dev bir kızıl sancağı dört bir yana dalgalandıran genç ve güzel bir kız belirdi. Bu güzel kızı birbirine karışan silah sesleri karşıladı. Kıza saldıran silahlar çok çeşitliydi; bunların arasında Amerikan yapımı eski tüfekler, Çek yapımı makineli tüfekler ve Japon Tip-38 tüfekleri, 'August Editorial' yazısının yayımlanmasından sonra Halk Kurtuluş Ordusu'ndan çalınmış HKO tüfekleri gibi daha yeni silahlar ve hatta Çin yapımı eski kılıçlar ve mızraklar da vardı. Modern tarih tek bir yerde toplanmış gibiydi.
Yirmi Sekiz Nisan Kolordusu'nun sayısız üyesi buna benzer manzaralarla çok sefer karşılaşmıştı. Binanın tepesinde sancak sallar, megafonla sloganlar atar ve etrafa bildiri saçarlardı. O cesur kadın ve erkekler her seferinde, kurşun yağmurundan kazandıkları görkemli zaferlerle sağ çıkmayı başarmıştı.
Ve belli ki bu yeni kız çocuğu da o kadar şanslı olacağını düşünüyordu. Kız yanan gençliğini ortaya koyuyormuş gibi savaş sancağını salladı. Düşmanlarının alevler içerisinde yanarak kül olacağını, damarlarında kanıyla beraber akan şevk ve coşkudan mükemmel bir dünyanın doğacını umuyordu. Bir kurşun göğsünü delip geçene kadar kız bu kızıl hayallerle mest olmuştu.
On beş yaşındaki kızın bedeni o kadar narindi ki, kurşun girip çıkarken yavaşlamamıştı bile. Genç Kızıl Muhafız, sancağıyla beraber aşağı düşmeye başladı. Hafif bedeni gökyüzünü terk etmek istemeyen bir kuş misali, kızıl kumaştan bile daha yavaşça düşüyordu.
Kızıl Birlik savaşçıları sevinç içerisinde haykırdı. Birkaç kişi hemen binanın önüne koştu, Yirmi Sekiz Nisan Kolordusu'nun savaş sancağını koparıp aldı ve narin cansız bedene el koydu. Kızın zarif ve ince bedenini, galibiyet kupalarını kaldım gibi havaya kaldırdılar. Daha sonra onu
8 avludaki demir kapının üzerine attılar. Kapının metal çubuklarının çoğu sivri uçluydu ve hiziplerin iç savaşlarında mızrak olarak kullanılmak üzere kapıdan sökülmüştü. Fakat bunlardan iki tanesi halen yerindeydi. Demir çubukların sivri uçları küçük kızı yakaladığında, kız bir anlığına hayata döner gibi sarsıldı.
Kızıl Muhafızlar biraz geri çekilip atış talimi için kızın kazığa geçirdikleri bedenini kullanmaya başladılar. Küçük kız uzun zamandır hiçbir şey hissetmediğinden, yoğun mermi fırtınası, çiseleyen bir yağmurdan farksızdı. Ara sıra, havada asılı incecik kolları sanki yağmur damlalarını vücudundan silkmek istiyormuş gibi sallanıyordu. Mermilerden biri kızın kafasının yarısını uçurdu. Artık, 1967 yılının mavi gökyüzüne bakabilecek tek bir güzel gözü kalmıştı.
Bakışlarında acı yoktu, sadece katıklaşmış bir tutku ve özlem vardı.
Ama yine de diğerlerine kıyasla şanslıydı. En azından, büyük bir tutkuyla ideali için kendini feda etme şansı bulmuştu.
Buna benzer savaşlar, Pekin'in dört bir yanında patlak veriyordu ve paralel CPU'lar gibi el ele vererek Kültür Devrimi'ni oluşturuyorlardı. Delilik tıpkı bir sel gibi şehri boğuyor, sızmadık yer bırakmıyordu.
Şehrin kenarında bulunan Tsinghua Üniversitesi'nin açık hava sporlarının yapıldığı spor alanında, binlerce insanın katıldığı bir 'mücadele oturumu' tam iki saattir devam etmekteydi. Kalabalık önünde suçlarını itiraf edene kadar, sözlü aşağılama ve fiziksel istismar yoluyla devrimin düşmanlarını yıkmak amacıyla kurulmuş bir tür kamu mitingiydi bu.
Devrimciler çeşitli gruplara bölünmüş, karşıt gruplar her yerde karmaşık harekatlar içine gitmişti. Üniversite bünyesinde Kızıl Muhafızlar, Kültürel Devrim Çalışma 9 Grubu, işçi Propaganda Takımı ve Askeri Propaganda Takımı arasında yoğun çatışmalar patlak vermişti. Ve zaman zaman bu parçalardan her biri farklı bir temele ve gündeme sahip, yeni bir isyancı grup çıkıyordu. Bu da daha acımasız savaşlara meydan yaratıyordu.
Ama bu toplu mücadele oturumunda, kurbanlar, tutucu burjuva akademikleriydi. Bunlar her grubun düşmanıydı ve bu yüzden her taraftan gelen zalimce saldırılara katlanmaktan başka yapacak bir şeyleri yoktu.
Diğer 'Canavarlar ve Şeytanlar'* ile kıyaslandığında tutucu akademikler özeldi: İlk mücadele oturumlarında hem kibirli hem de inatçıydılar. Aynı zamanda bu aşamada en çok kaybı vermişlerdi. Sadece başkent Pekin'de, mücadele oturumları sırasında, kırk günlük bir süreç içerisinde, dövülerek öldürülen bin yedi yüzden fazla kurban vardı. Lao She, Wu Han, Jian Bozan, Fu Lei, Zhao Jiu Zhang, Yi Qun, Wen Jie, Hai Mo ve bir zamanların daha birçok saygın aydını bu çılgınlıktan kurtulmak uğruna daha kolay bir yol seçerek kendi hayatlarını sona erdirmeyi seçmişlerdi.
Birinci aşamadan canlı çıkanlar, acımasız mücadele oturumları sırasında yavaş yavaş uyuşmuşlardı. Ruhsal bir koruyucu kabuk, bütün bir sinirsel çöküş yaşamalarını engellemişti. Oturumlar sırasında çoğunlukla yarı uyur halde olurlar, ancak birisi çoktan defalarca tekrarladıkları suçlarını bir kez daha tekrarlamaları için suratlarına haykırdığında uyanırlardı.
Ardından bazıları üçüncü aşamaya geçti. Bilgi ve rasyonellik üzerine inşa ettikleri dev zihinleri çökene kadar, bitmek bilmeyen acımasız mücadele oturumlarında politik imgeler beyinlerine kazınıyordu. Gerçekten suçlu olduklarına inanmaya başlıyor, devrimin yüce ülküsüne ne kadar zarar verdiklerini idrak ediyorlardı. Bu sebeple gözyaşlarına boğuluyorlardı ve pişmanlıkları, aydın olmayan 'Canavarlar ve Şeytanların' pişmanlığından çok daha derin ve içten oluyordu.
Kızıl Muhafızlar içinse son iki zihin aşamasında yapılan işkenceler son derece sıkıcıydı. Kızıl Muhafızlar'ın aşırı uyarılmış, heyecana aç beyinlerine, yeterli heyecanı sadece ilk aşamada kalmış Canavarlar ve Şeytanlar sağlayabiliyordu. Ama bu tür rağbet gören kurbanların sayısı gitgide azalmıştı. Muhtemelen Tsinghua Üniversitesi'nde sadece bir tane kalmıştı. O da çok ender rastlanan biri olduğundan, mücadele oturumunun en sonu için saklanmaktaydı.
Ye Zhetai, Kültürel Devrim'inde bugünlere kadar hayatta kalabilmişti. Birinci aşamanın başından beri pişmanlığı, intiharı ve duygusuzlaşmayı reddetmişti. Bu fizik profesörü oturum zamanı kalabalığın önündeki sahneye yürüdü ve suratındaki ifade açıkça okunabiliyordu: Taşıdığım yük varsın daha da ağır olsun.
Kızıl Muhafızlar da onun bu isteğini yerine getirdi. Oturumdaki diğer kurbanlara bambudan yapılan uzun şapkalar giydirilmişti ama Ye Zhetai'ın taktığı şapka kalın çelik çubuklardan yapılmıştı. Boynuna asılan plaka, diğerlerininki gibi ahşap değil, laboratuvar fırınından sökülen metal kapıydı. Üzerine belirgin siyah karakterlerle adı yazılmıştı ve büyük bir kırmızı bir çarpı işareti koyulmuştu.
Ye'ye sahnede eşlik ederken, diğer kurbanlara kıyasla iki kat daha fazla Kızıl Muhafız kullanıldı: iki erkek, dört kadın. Bu iki genç adam ideal Bolşevik gençliğinin sahip olduğu kendine güven ve amaçla hareket ediyordu. Üniversitede teorik fizik bölümü dördüncü sınıf öğrencileriydi ve Ye Zhetai onların profesörleriydi. Dört kız ise, üniversiteye bağlı lisenin ikinci sınıf öğrencileriydi ve daha çok gençlerdi. Askeri üniforma giymiş ve bandoyla donatılmışlardı.
Gençlik enerjileriyle Ye Zhetai'ın etrafında dört yeşil alev gibi dönüyorlardı.
Ye Zhetai'ın sahneye çıkışı kalabalığı heyecanlandırdı.
Yavaş yavaş zayıflamış tezahüratlar, onun sahneye çıkmasıyla tekrar gücünü kazandı ve bir medcezir misali diğer her tüm sesleri bastırdı.
Sabırla sloganların kesilmesini bekledikten sonra, Kızıl Muhafız erkeklerinden biri kurbana döndü. "Ye Zhetai, sen mekanikte uzmansın. Karşı koyduğun birleşik kuvvetlerin ne kadar güçlü olduğunu görüyorsun. İnatçılığının devam etmesi ölümüne sebep olacak! Fazla konuşmaya gerek yok. Bugün, oturum geçen sefer kaldığı yerden devam edecek. Her zamanki yalanlarına başvurmadan şu soruyu cevapla: 1962-1965 yılları arasında fizik derslerine Görelilik Kuramını eklemek kendi kararın değil miydi?"
"Görelilik fiziğin en temel teorilerinin bir parçasıdır. Nasıl olur da temel ders kapsamında öğretilmez?" diye cevapladı Ye Zhetai.
Yan tarafındaki bir kadın Kızıl Muhafız, "Yalan söylüyorsun," diye bağırdı. "Einstein gerici bir akademikti. O adam cebini parayla dolduracak her efendiye hizmet eder. O ki, Amerikan Emperyalistleri'nin kucağına gidip onlar için atom bombalan inşa etti. Bilimsel devrim yapmak istiyorsak, görelilik kuramının temsil ettiği kapitalizmin siyah bayrağını indirmeliyiz!"
Ye Zhetai sessiz kaldı. Boynundaki demir plaka ve başındaki ağır demir şapkanın verdiği acıyla, cevaplanmaya değmeyen sorulan cevaplayacak mecali yoktu. Arkasındaki kız öğrencilerden biri kaşlarını çattı. Konuşan kız, dört Kızıl Muhafız arasından en zeki olanıydı. Belli ki önceden çalışmıştı. Sahneye çıkmadan önce, mücadele oturumunun senaryosunu ezberlerken görülmüştü.
Ama Ye Zhetai gibi birine karşı birkaç slogan bana mısın demezdi. Kızıl Muhafızlar, öğretmenlerine karşı hazırladıkları yeni silahlarını kullanmaya karar verdiler. İçlerinden biri sahnenin dışındaki birine el etti. Ye Zhetai'ın fizik profesörü olan eşi Shao Lin ön sıradaki kalabalıktan sıyrılarak ayağa kalktı. Üzerinde hiç de düzgün oturmamış çimen yeşili bir kıyafet vardı. Kızıl Muhafızlar'ın askeri üniformalarını taklit etmeyi amaçladığı çok açıktı. Shao Lin'i tanıyanlar, onun ders anlatırken şık bir qipao giydiğini bilirlerdi. Şimdiki görüntüsü zorlamaydı ve ona hiç yakışmamıştı.
Shao Lin, parmağıyla kocasını işaret ederek, "Ye Zhetai" diye seslendi. Böyle oyunlara alışık olmadığı belliydi. Sesini yükseltmeye çalışsa da sesi ancak daha da çatallaşmıştı. "Karşına çıkıp seni ifşa edeceğimi, eleştireceğimi düşünmedin, değil mi? Evet, geçmişte beni kandırdın. Gerici dünya görüşün ve bilimsel bakışınla benim gözlerimi boyadın! Ama artık uyandım ve gözlerim açık. Devrimci gençlerin yardımıyla devrimin ve halkın safında yer almak istiyorum."
Kalabalığa döndü. "Yoldaşlar, devrimci gençler, devrimci öğretim üyeleri ve personeller, Einstein'ın görelilik kuramıyla Einstein'ın gerici doğasını açıkça anlamamız gerek. Bu kendini en çok genel görelilikte belli ediyor: Evrene dair ortaya attığı statik model, maddenin dinamik doğasına ters. Bu anti-diyalektiktir. Evreni sınırlı bir şeymiş gibi görür ve bu da şüphesiz gerici bir idelizmdir . . . "
Ye Zhetai kansının konuşmasını dinlerken yüzünde alaycı bir gülümseme belirdi.
Shao Lin ben mi seni kandırdım? Sen, kalbimde her zaman çözemediğim bir gizemdin. Bir keresinde senin üstün yeteneğini babana övmüştüm. Ne mutlu ona ki erkenden öldü de bu felakete şahit olmadı. Oysa baban başını sallamış ve senin akademik olarak bu kadar başarı kazanacağını asla tahmin etmediğini söylemişti. Ardından söylediği şeyse, hayatımın ikinci yansı için çok belirleyici bir laf olup çıktı: "Lin Lin çok zekidir. Temel teori üzerinde çalışması için aptal olması gerekir."
Yıllar sonra, bu sözlerin anlamını daha net anlamaya başladım. Lin, sen gerçekten de çok zekiydin. Hatta birkaç yıl öncesinden akademide siyasi rüzgarın değiştiğini hissederek kendini bu duruma hazırlamıştın. Örneğin, artık öğrencilere anlatırken Ohm yasasına direnç kanunu, Maxwell denklemlerine elektromanyetik denklemle,; Planck sabitine kuantum sabiti demeye başlamış ve bu tip yasa ve sabitlerin adını değiştirmiştin. Öğrencilerine tüm bilimsel başanların, çalışan kitlelerin bilgeliğinden gelen bir sonuç olduğunu ve kapitalist akademik yetkililerin sadece bu başarılan çalıp üzerine kendi isimlerini yapıştırdıklarını açıkladın.
Ama yine de devrimci tayfanın gözüne girmeyi başaramadın. Şimdi şu haline bir bak? "Devrimci öğretim üyeleri ve personellerinin" kırmızı kol bandını takmana izin vermemişler ve elinde Küçük Kırmızı Kitap'ı taşıma iznin bile yok. Senin, devrim öncesi Çin'de önde gelen bir ailede doğma ve bu ailenin ünlü alimler olması gibi bir kusurun var ve bu kusur peşini bırakmıyor.
Gerçi Einstein hakkında itiraf edecek benden çok şeyin var. 1922 yılının kışında Einstein Şangay'ı ziyaret etmiş. Çok akıcı bir Almancası olduğu için babandan bu turda Einstein'a eşlik etmesi istenmiş. Defalarca bana, babanın Einstein'ın teşvikiyle fiziğe başladığını, senin de babanın etkisiyle fiziği seçtiğini anlattın durdun. Bu durumda Einstein'ın dolaylı olarak senin öğretmenin olduğu söylenebilir. Ve onca zaman böylesi bir bağınız olduğu için gurur duymuş ve şanslı hissetmiştin.
Sonra ben babanın sana söylemiş olduğu beyaz bir yalanı yakaladım. Baban ve Einstein arasında uzun sohbetler değil, kısa bir konuşma geçmişti, hepsi bu. 13 Kasım 1922 sabahında baban Einstein'a Nanjing caddesindeki yürüyüşünde eşlik etmiş.
O yürüyüşte Şangay Üniversitesi'ndeki meslektaşı Yu Youren ve Ta Kung Pao gazetesinin genel müdürü Cao Gubing de varmış. Cadde üzerinde bakımı yapılan bir alandan geçerken, Einstein bir işçinin yanında durmuş. Eli yüzü kir içinde, kıyafetleri yırtık olan ve taş parçalayan bu genci izlemeye koyulmuş. Daha sonra babana sonmuş. "Bir günde ne kadar kazanıyor?
" Baban işçiye sorup Einstein'a cevap vermiş. "5 fen. "
Babanın dünyayı değiştiren bu fizikçiyle tek konuştuğu bu olmuş. Yani ikisi görelilik ya da fizik hakkında değil sadece bu acıklı gerçek hakkında konuşmuş. Babanın anlattığına göre Einstein cevabı aldıktan sonra bir süre daha orada durmuş.
Sönmeye yüz tutan piposundan bir fırt bile çekme zahmetinde bulunmadan çocuğun ezber hareketlerini izlemiş. Baban bu kısa anıyı bana anlattıktan sonra içini çekerek dedi ki, "Çin'de cüret edip uğruna mücadele verdiğin her fikir yerin dibine batmaya mahkumdur. Gerçekliğin yerçekimi çok güçlüdür."
"Başını eğ!" diye bağırdı erkek Kızıl Muhafızlar'dan biri.
Bu belki de eski öğrencisinden gelen insafın işareti olabilirdi. Oraya çıkarılan bütün mahkumlar başlarını eğmeye mecburdu. Ye, başını eğerse başındaki demirden şapka doğal olarak düşecekti ve başını eğik tuttuğu takdirde kimse şapkayı tekrar başına geçirme gereği de duymayacaktı. Ama Ye Zhetai ince boynundaki ağırlığa rağmen başını eğmeyi reddetti. "Başını eğ, seni inatçı gerici," diye bağıran Kızıl Muhafız kızlarından biri kemerini çıkardı ve Ye Zhetai'a doğru salladı. Kız, bakır kemer tokasını Ye Zhetai'ın alnına vurdu ve o anda alnında kanamadan dolayı bulanık bir morarma belirdi. Ye Zhetai oturduğu yerde birkaç saniye sallandı ve sonra tekrar dimdik durdu.
Kızıl Muhafızlar'ın erkeklerinden biri, "Sen ne zaman kuantum fiziğini öğretecek olsan, kendi gerici fikirlerini de bu konuya dahi ediyorsun," dedi. Sonra Shao Lin'in devam etmesi için başını salladı.
Shao Lin konuşmak için sabırsızlanıyordu. Zaten pamuk ipliğine bağlı zihninin çökmemesi için konuşmaya devam etmesi gerekiyordu. "Bu suçu inkar edemezsin. Sık sık kuantum fiziğinin gerici Kopenhag yorumu üzerinden anlattın."
"Gel gör ki anlattıklarım yapılan deneylerin sonuçlarıyla aynı eksende olduğu kanıtlanan açıklamalardı," dedi Ye Zhetai. Bu zor durumda bile ses tonu çok sakindi. Bu durum Shao Lin' i hem şaşırttı hem de korkuttu. "Bu açıklama harici gözlemlerin, kuantum dalga fonksiyonunun çökmesine neden olduğunu ileri sürmektedir. Bu gerici idealizmin başka bir ifadesidir ve en küstah olanıdır."
"Deneyler mi felsefeye rehberlik etmelidir, yoksa felsefe mi deneylere?" diye sordu Ye Zhetai. Ye'nin bu ani karşı atağı mücadele oturumunun liderlerini şok etti. Bir an için ne diyeceklerini bilemediler.
"Tabi ki olması gereken Marksizm'in doğru felsefesinin bilimsel deneylere rehberlik yapmasıdır," diye cevapladı erkek Kızıl Muhafızlar'dan biri.
"Bu doğru felsefenin gökten yağdığını söylemekle eşdeğerdir. Bu tecrübeden çıkan doğrudur fikrine karşıdır. Marksizm'in doğayı anlama şekline de ters düşen bir prensiptir. "
Shao Lin ve iki Kızıl Muhafız üniversite öğrencisinin buna verecek hiçbir cevabı yoktu. Hala lisede olan Kızıl Muhafızlar'ın aksine, onlar bu mantığı tamamen görmezden gelemezlerdi.
Ama diğer dört kızın kendilerine göre yenilmez olduğunu düşündükleri devrimci yöntemleri vardı. Daha önce Ye Zhetai'ı kemerle kırbaçlayan kız tekrar kemerini çıkarıp kullanmaya başladı. Diğer üç kız da kemerlerini çıkarıp Ye Zhetai'a vurmaya başladılar. İki erkek Kızıl Muhafız müdahale etmedi. Müdahale edecek olurlarsa, yetersiz birer devrimci olduklarından şüphelenilecekti.
"Sen büyük patlama teorisini de öğrettin. Bu bütün bilimsel teorilerin en gerici olanıdır," dedi Kızıl Muhafız erkeklerinden biri. Konuyu değiştirmeye çalışıyordu.
"Belki de gelecekte bu teorilerin tersi ispatlanabilecek. Ama bu yüzyılın iki büyük kozmolojik keşfi gösteriyor ki, Hubble Yasası ve Kozmik mikrodalga arkaplan ışıması gösteriyor ki günümüzde büyük patlama evrenin başlangıç noktasını bulmak için yapılan en makul açıklamadır."
Shao Lin, "Yalan," diye bağırarak ayağa kalktı. Ardından büyük patlama teorisi hakkında uzun bir anlatıma başladı ve doğal olarak teorinin son derece gerici doğasını derinlemesine analiz etmeyi unutmadı. Ama teorinin tazeliği dört kızdan en zekisinin dikkatini çekmişti ve sormadan edemedi.
"Zaman tekillikle mi başladı? Tekilliğin öncesinde ne vardı?"
"Hiçbir şey yoktu," diye cevapladı Ye Zhetai, meraklı gencin bu sorusunu. Sonra dönüp kibarca kıza baktı. Ama yaraları ve demir şapka yüzünden zor hareket ediyordu.
"Ne demek hiçbir şey. Gericilik, tamamen gericilik," diye bağırdı korkmuş kız. Ardından memnuniyetle ona yardıma gelen Shao Lin'e döndü.
Shao Lin, "Teori ancak Yaratan tarafından doldurulacak bir boşluk bırakıyor," dedi.
Genç Kızıl Muhafızlar'ın kafası yeni düşünceler yüzünden karışmıştı. Sonunda ayakları yeniden yere bastı ve hala kemeri tutan kız, elini kaldırıp Ye Zhetai'ı işaret ederek, "Sen! Söylemeye çalıştığın şey Tanrı'nın var olduğu mudur?" diye sordu. "Bilmiyorum" "Ne dedin?" "Bilmiyorum, dedim. Tanrı'dan kastın evrenin dışında bilinçüstü bir varlık anlamına geliyorsa, onun var olup olmadığını bilmiyorum. Bilim olumlu ya da olumsuz bir kanıt sunmadı," diye cevapladı Ye Zhetai. Aslında bu kabusun içerisinde Tanrı'nın olmadığına inanma eğilimindeydi.
Bu son derece gerici ifade kalabalık içinde bir kargaşa yarattı. Kızıl Muhafızlar'dan birinin öncülük ettiği ikinci bir slogan fırtınası başladı.
"Kahrolsun gerici akademik Ye Zhetai! " "Kahrolsun bütün gerici akademikler! " "Kahrolsun bütün gerici teoriler! "
Sloganlar durunca kız bağırarak, "Tanrı yoktur. Bütün dinler insanların ruhunu felç etmek için iktidarlar tarafından uydurulmuş araçlardır," dedi. Ye Zhetai sakince, "Bu tek taraflı bir düşünce," diye cevap verdi.
Genç Kızıl Muhafız tehlikeli düşmanına, utanmış ve öfkeli bir halde, kemeri elinde koştu. Üç arkadaşı da peşinden gitti. Ye Zhetai uzun boyluydu, on dört yaşındaki dört kız onun başına ulaşmak için kemerlerini yukarıya doğru sallamaya başladılar. Birkaç sallamadan sonra onu az da olsa koruyan demir şapka Ye Zhetai'ın başından düştü. Kemerin metal tokasıyla vurarak en sonunda onu yere düşürdüler.
Genç Kızıl Muhafızlar başarılarından cesaret alarak, şanlı mücadelelerine daha gönülden bağlandılar. Onlar, inançları ve idealleri için savaşıyordu. Tarihin, onların üzerine çevrilen parlak ışığı onları sarhoş etmişti, kendi cesaretleriyle gurur duyuyorlardı. Ye'nin iki öğrencisi dayanamadı. "Başkan bize şiddete değil, hitabete başvurmayı öğretti," diyerek delirmenin yamacına gelmiş dört kızı Ye'nin üzerinden çekti.
Ama artık çok geçti. Fizikçi gözleri açık, kafası kanlar içerisinde yerde yatıyordu. Coşkulu kalabalık bir anda sessizliğe büründü. Hareket eden tek şey akan kandı. Kızıl bir yılan misali, yavaşça sahnede yolunu buldu ve sahnenin altına damlamaya başladı. Kan damlalarının çıkardığı ses, tıpkı yürüyerek uzaklaşan birinin ayak sesleri gibiydi.
Sonunda aklını kaçıran Shao Lin'in kahkahası sessizliği yardı. Kahkahadan korkan katılımcılar, önce sızıntıyla ardından bir sel gibi oradan · ayrılmaya başladılar. Spor alanı boşaldı, geriye bir tek sahnenin altındaki kız kalmıştı.
O kız, Ye Zhetai'ın kızı, Ye Wenjie'ydi.
Dört kız babasının canını almaya niyetlenmişken sahneye doğru atılmıştı. Ama yaşlı iki üniversite hizmetlisi onu zorla tutmuş, oraya gidecek olursa hayatını kaybedeceğini kızın kulağına fısıldamıştı. Kitlesel mücadele oturumu çılgınca bir hal almıştı ve Ye Wenjie'nin bu davranışı kalabalığı daha fazla şiddete teşvik edebilirdi. O da avazı çıktığı kadar haykırmıştı. Ama onun bu çığlıkları atılan tezahüratlar içinde boğulmuştu.
Sonunda tekrar sessizlik çöktüğünde, Ye Wenjie uzunca bir süre hiçbir ses çıkarmadı. Gözlerini babasının cansız bedenine dikmişti. Dillendiremediği düşünceleri ve gördükleri kanına o kadar işlemişti ki hiçbiri hayatı boyunca onu terk etmeyecekti. Kalabalık dağıldıktan sonra Ye Wenjie'nin vücudu taş bir heykel gibi, iki üniversite hizmetlisi onu kolundan tuttuğu o halde kalmıştı. Uzun bir süre sonra Ye Wenjie kollarını indirdi ve yavaşça sahneye giderek babasının cansız bedeninin yanına oturdu, soğuk ellerini tuttu. Ye Wenjie'nin boş gözleri uzaklara bakıyordu. Sonunda cesedi yerden kaldırmak için geldiklerinde, Ye Wenjie cebinden babasının piposunu çıkararak babasının avucuna koydu.
Wenjie, kalabalığın ardından, çöplerini bıraktığı spor alanından sessizce ayrıldı ve evine döndü. Fakültedeki evine geldiğinde ikinci kattaki evinin penceresinden gelen histerik kahkahaları işitti. Bu ses bir zamanlar anne dediği kadına aitti. Wenjie ayaklarının artık onu taşıyıp taşımayacağını umursamayarak arkasını dönüp yola koyuldu.
Nihayet kendini üniversite hayatı boyunca hem çok yakın arkadaşı hem de akıl hocası olan Profesör Ruan Wei'in kapısında buldu. Üniversiteden sonraki iki yıl içinde Ye Wenjie'nin, Astrofizik bölümünde yüksek lisans yaparken vuku bulan Kültürel Devrim sırasında, babası dışında tek sırdaşı yine Ruan Wei olmuştu.
Ruan Wei, Cambridge Üniversitesi'nde okumuştu ve evinde Avrupa'dan getirdiği kitaplar, kayıtlar, resimler ve bir piyano vardı. Ayrıca bazıları Avrupavari ahşaptan, bazıları Türkiye'den gelen lületaşından, bazıları ise Akdeniz fundalarından yapılmış pipo setleri vardı. Her biri sanki daha önce kaseyi elinde tutmuş, ağacın sapını ağzıyla kenetlemiş, derin düşünceli, fakat Ruan'ın adını asla söylemediği bir adamın bilgeliğiyle donatılmış gibiydi.
Wenjie'nin babasının piposu da Ruan'ın hediyesiydi. Bu zarif ve sıcak ev, bir zamanlar Wenjie için dünyanın büyük fırtınalarından kaçmak istediğinde güvenli bir liman olmuştu. Ama bu Ruan'ın evi aranmadan ve eşyalarına Kızıl Muhafızlar tarafından el konulmadan önceydi. Tıpkı babası gibi Ruan da Kültür Devrimi sırasında büyük zarar görmüştü. Mücadele oturumu sırasında ahlaka aykırı kapitalist yaşam tarzının nasıl olduğunu göstermek için boynuna topuklu ayakkabılar asılmış, suratı rujlarla karalanmıştı.
Wenjie, Ruan'ın evinin kapısını iterek açtı. Kızıl Muhafızlar tarafından gerçekleştirilen kargaşanın ardından evini temizlemiş olduğunu gördü. Parçalanmış yağlı boya resimleri yapıştırılıp yeniden duvara asılmıştı. Devrilmiş piyano yeniden dik duruma getirilmiş ve temizlenmişti. Fakat kırılmıştı ve uzun bir süre çalınamayacak durumdaydı. Geride bıraktıkları kitaplar tekrar raftaki yerlerine konmuştu.
Ruan masanın önündeki sandalyede oturuyordu ve gözleri kapalıydı. Wenjie Ruan'ın yanında durdu, nazikçe profesörün soğuk olan alnını, yüzünü ve ellerini okşadı. Yanında duran boş uyku hapı şişesini fark etti.
Bir süre sessizce bekledi ve sonra dönüp gitti. Artık üzüntü bile hissedemiyordu. Çok fazla radyasyona maruz kalmış, hep sıfırı gösteren bir Geiger sayacı gibi hiçbir tepki veremeyecek durumdaydı. Ama Ruan'ın evinden ayrılmak üzereyken son bir kez arkasına dönüp eve baktı. Profesörün makyaj yapmış olduğunu fark etti. Açık renkli bir ceket, yüksek topuklu ayakkabılar giymiş ve ruj sürmüştü.
* Bir Budist terimi olan 'Canavarlar ve Şeytanlar' Kültür Devrimi sırasında devrim düşmanlarını tanımlamak için kullanılmıştır. -yhn
Üç Cisim Problemi, Liu Cixin, İthaki Yayınları, 2015, s.7-20
Böyle bir problem vardır. Üç cisim problemi, astronomi ve mekaniğin önemli bir konseptidir. Bu problem, üç veya daha fazla cismin kütleçekim etkileşimleriyle nasıl hareket ettiğini inceleyen bir alanı kapsar. Üç cisim problemi genellikle matematiksel olarak karmaşık ve tahmin edilemez hareketler sergiler. Bu konu, astronomi, fizik ve matematik alanlarında yoğun bir araştırma konusudur
YanıtlaSil