28 Mart 2019 Perşembe

Yahudi Değilsiniz Ya?

Elsa Triolet
"Onun tek bir satırı yoktur ki, bir erkek tarafından yazılabilsin." (Jacques Madaule)
Elsa'nın portresi, 1950

.....
Ufukta tek karanlık nokta vardı: Koleje gidecek, yani, annesinden ayrılacaktı. Ama annesinin yüzünü kara çıkarmak istemiyorsa, dayanması lazımdı buna. On yaşındaydı artık, ve okuyup yazmasını biliyordu sadece: Her iki-üç ayda bir öğretmen değiştirerek iyi bir öğrenim görmenin sırrı bulunmamıştı henüz. Bayan Vigaud'nun sağlığı bütün bir kış Paris'i kaldıramayacağından, yatılı girmesi gerekiyordu koleje. Ama tatil denen bir şey vardı dünyada; ve annesi, tatillerde gelip onu götürecekti.
...

III

Şenlikten sonra Büyük Rusya Oteli'ne döndü Michel. Orada kalıyorlardı. Kapıcı selamladı kendisini geçerken, hatta asansörü açmak zahmetine katlandı:

—iyi eğlendin mi bari küçük?

Kapıcı da Fransız’dı.

—Fena sayılmaz, dedi Michel. Paketim aşağıda değil mi? Yarın sabah tenis oynamaya gideceğim.

İşi başından aşkın bir adam tavrıyla girdi asansöre.


...
Yemekten sonra gene kitaba el attı Michel, ama gözleri kapanıyordu uykudan. Banyoya kadar güçlükle sürükledi kendini ve hemen yattı, yatar yatmaz uyudu. Ama annesi üzerine eğildiğinde gözleri kendiliğinden açıldı adeta: O güzelim dantel elbisesini giymişti annesi, hani etekleri yürümesine engel olacak kadar darelbiseyi..

—Akşam geç kalma, dedi annesine ve uyudu yeniden.

Ertesi sabah tenise geç kaldı Michel. Dolaydaki koruluk tepelerde gezintiye çıkmıştı erkenden; ve ha şimdi dönerim, ha şimdi derken ormana iyice dalmış, tamamen unutmuştu randevuyu.

Ama kız, ondan da geç geldi. Dünkü gibi, beyaz pikeden bir elbise vardı üzerinde. Buna karşılık, saçları örgülüydü: Sırtına dökülen iki güzel örgü.. Fransız mürebbiyesi, elinde bir kitap, gölgeye otururken:

-—Sakın terleyeyim demeyin, Prenses, dedi.

—Peki matmazel..

Kort doluydu. Michel ve kız, bir sıraya oturdular. Yan yana.

—İsmim Marina, dedi kız. Sizin?

—Michel Vigaud.

—Ben on yaşındayım, ya siz?

—On birimi sürüyorum..

Kısa konçlu beyaz çoraplarını çekerek sorguya devam etti Marina.

—Yahudi değilsiniz ya?

Michel birden meraklanmıştı:

—Yahudi mi? Ne demek o?

—Yahudi demek, oynamam yasak insanlar demek. Bir çocukla oynamadan önce, hep Yahudi olup olmadığını sormaya söz verdim de..

—Niçin peki?

—Aptallık etmeyin! Ben biliyor muyum sanki niçin!

Bir an sustuktan sonra yeniden sordu Marina:

—Paranız var mı peki?

Hemen elini cebine attı Michel, bir mark çıkarıp kıza doğru uzattı:

—Bu kadar. Ama annemden isteyebilirim.

Elini yavaşça itti Marina:

—İstemem, dedi. Ağzına kadar dolu bir kumbaram  var benim..

Çok güzel Fransızca konuşuyordu, ama "kumbara" derken Fransız olmadığı da meydana çıkıyordu.. Michel'in sustuğunu görünce devam etti:

—Kara gün için saklıyorum bütün paramı.

—Kara gün mü?

İyice afallamıştı Michel.

—Hani bir felaket gelecek olursa diye... Anlıyorsunuz değil mi?

Hiçbir şey anlamıyordu Michel, hayır. Marina, beyaz ayakkabısının topuğuyla bir süre toprağı kazıdı, sonra biraz öfkeli bir sesle:

—Rusça'da "kara gün" denir, dedi. Hoşunuza gitmedi mi yoksa?

—Bilmem! Pek hoş bir şey olmasa gerek.. Markımı vereyim mi sana "kara gün" için?

Başıyla "hayır" dedi Marina, ve Michel markı cebine koydu.

Tenis oynayabilse ne iyi olurdu! Yahut da çekip gitmeli buradan. Saçma sapan şeyler anlatıp duruyor bu kız, kendini ne sanıyor bilmem ki.. Kort da boşalmak bilmiyor..

Mürebbiyesi seslendi:

—Güneşte kalmayın Prenses!

Bir sıçrayışta kalkmıştı Michel; ve koşmayı kesip bağırdığında bir hayli uzaktaydı:

—Dönmem lazım. Annem bekliyor!

O emsalsiz Fransız nezaketine hiç de yaraşmayan bir davranıştı bu; ama Michel akıl ettiğinde, iş işten geçmiş bulunuyordu.

Annesini tuvalet masasının önünde buldu. Hiçbir kumral saçın olamayacağı kadar güzel olan uzun siyah saçları darmadağındı...

—Nihayet, diye haykırdı Michel’i görünce.

Yerler ve masalar bir alay valiz ve çantayla kaplıydı, dolaplar boştu.

Müthiş telaşlı bir sesle:

—Gidiyor muyuz, diye sordu Michel.

—Kucağıma gel...

Yumuşacık ve tatlıydı kucak. Sabahlığını süsleyen pembe kuğu gibi tıpkı..

—Harp başladı küçük adam, dedi annesi, onu sımsıkı bağrına basarak. Gözünün önüne geliyor mu: Harp! Ne mutlu ki, askere alınacak kadar büyük değilsin! Ve şimdi valizlerimi hazırlamama yardım edeceksin, sensiz başaramam.
........
Elsa Triolet, Beyaz At, Le Cheval Blanc, Telos Yayıncılık, 1992
Attilâ Tokatlı’nın 1971 TDK Çeviri Ödülü alan Türkçesiyle...


Elsa Triolet (1896-1970); Moskova’da doğdu. Mimarlık öğrenimi gördü. 1928 yılında Louis Aragon’la evlenerek Fransa’ya yerleşti. Aragon’un ona adadığı şiirler, özellikle" Elsa’nın Gözleri” ile efsaneleşen Triolet, kendi yazarlık gücünü de dünyaya kanıtlayan eserler yarattı.
1937’de yayınlanan İyi Akşamlar Therese adlı romanıyla kendinden söz ettirmeye başladı.
Alman işgali sırasında, 1943 te yayınlanan Beyaz At, büyük beğeniyle karşılandı ve Triolet’yi yaygın bir üne kavuşturdu.
1945’te İlk Namus Lekesi 200 Franka Mal Oldu romanıyla Goncourt; 1957’de Yabancılar Buluşması ile Kardeşlik Ödülü aldı.
Öldüğü yıl olan 1970’te yayınlanan son romanı, Gün Doğarken Bülbül Susar (Okay Gönensin çevirisi, Adam Yay.,1982) adını taşıyordu.
Elsa Triolet, Anti-Faşist Direnme Hareketinin ve devrimci siyasal eylemin içinde aktif rol aldı. Mayakovski’yi, Çehov’u Fransa’da tanıttı. 1941’de Direnme Hareketi’nih doğurduğu Ulusal Yazarlar Komitesinin Onursal Başkanlığı’nı yaptı.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder