7 Nisan 2019 Pazar

Alıklar, Budalalar, Aptallar, Deliler

Umberto Eco

[Foucault Sarkacı (1989), dünya çapında tasarlanmış hayali bir entrikayı konu alan, entrika ile gerçeğin iç içe geçtiği bir gizem romanıdır. Çok sayıda kavram ve olguya göndermelerde bulunduğu için de araştırarak okumak neredeyse zorunludur ve salt bu yüzden bir hazinedir.
Romanın iki kahramanı Belbo ve Casaubon; tanıştıkları ilk gün aşağıdaki konuşmayı yaparlar. Belbo yaşça daha büyüktür. Bir yayınevinde editörlük yapmaktadır. Konuşmanın izleğini, içeriğini o belirler, düşüncelerini aktarır, Casaubon da eğlenerek peşinden gelir. Roman, Casaubon'ın ağzından anlatılmaktadır. ]

...

[Belbo] "...Dünyada dört çeşit insan vardır: alıklar, budalalar, aptallar, deliler.
[Casaubon] “Herkesi kapsar mı bu?”
“Evet, ikimizi, örneğin. Ya da en azından -sizi incitmek istemem- beni. Ama kim olursa olsun, dikkat ederseniz, bu kategorilerden birine girer. Her birimiz zaman zaman alık, budala, aptal ya da deliyizdir. Diyebiliriz ki, normal insan, bütün bu öğeleri, bu dört ideal tipi ölçülü bir biçimde karıştıran kişidir.”
“ Idealtypen.”
“Bravo, Almanca da biliyor musunuz?”
“Başını gözünü yara yara. İdare edecek kadar. Bibliyografya için.”
“Benim öğrenciliğimde, Almanca bilen mezun olamazdı. Almanca bilerek geçirirdi ömrünü. Sanırım bugün de Çince için aynı şey.”
“Yeterince Almanca bilmiyorum, demek mezun olacağım. Ama biz tiplemelerinize dönelim. Dâhi nedir peki, sözgelimi Einstein?”

Dâhi, bir öğeyi, ötekilerle besleyerek, baş döndürücü bir biçimde kullanan kişidir.” İçkisini yudumladı. “İyi akşamlar, güzelim. Sen daha intihar etmedin mi?”
“Hayır,” diye yanıtladı, yanımızdan geçmekte olan kadın. “Bir kollektife’ girdim şimdi.”
“Aferin,” dedi Belbo. Sonra bana döndü: “Topluca da intihar edilebilir, ne dersiniz?”
“Delilere gelelim.”
“Umarım, cevher yumurtladığımı sanmıyorsunuz? Evreni düzene sokmaya çalışmıyorum ben. Bir yayınevi için delinin ne olduğunu anlatmaya çalışıyorum yalnızca. Ad hoc bir tanım benimki, tamam mı?”
“Tamam. Şimdi de ben ısmarlıyorum.”
“Peki, Pilade, buzu daha az olsun lütfen. Yoksa hemen kana karışır. Ne diyordum, alık konuşmaz bile, ağzından salyalar akar, spastiktir. Dondurmasını alnına yapıştırır, eşgüdümü yetersiz olduğundan. Döner kapıya ters yönden girer.”
“Nasıl olur bu?”
“Başarır bunu. Bu yüzden alıktır zaten. Hemen tanırsınız onları. Ama alıklar bizi ilgilendirmez, yayınevlerine gelmezler çünkü. Onları bırakalım.”
“Peki, bırakalım.”
Budala olmak daha karmaşıktır. Bir toplumsal davranış biçimidir bu. Budala her zaman bardağın dışından konuşur.”
“Nasıl yani?”
“Böyle.” işaret parmağını tezgâha doğru uzattı. “Bardağın içindekinden söz etmek ister, ama ne yapar ne eder, dışından konuşur. Dilerseniz şöyle diyebiliriz: budala pot kıran biridir; karısının kısa bir süre önce bıraktığı adama, güzel eşinin nasıl olduğunu sorar, örneğin. Anlatabiliyor muyum?”
“Evet. Tanıyorum onları.”
“Budala, özellikle sosyetede çok aranan biridir. Herkesi şaşırtır, ama yorum yapma fırsatı da verir. En iyileri diplomat olurlar. Potları başkaları kırdığı zaman bardağın dışından konuşur, konuyu saptırırlar. Ama budalalar da ilgilendirmez bizi; hiçbir zaman yaratıcı değildirler, yalnızca aktarırlar, bu yüzden yayınevlerine yapıt önermezler. Budalalar, kedilerin havladıklarını söylemezler; başkaları köpekten söz ederken, onlar kediden söz ederler. Konuşma kurallarını şaşırırlar, ama tam anlamıyla şaşırdıkları zaman harikadırlar. Sanırım soyları tükeniyor artık; tüm burjuva erdemlerini kendilerinde toplarlar. Bir Verdurin salonu, bir Guermantes konağı gereklidir onlara. Siz öğrenciler hâlâ böyle şeyler okuyor musunuz?”
“Ben okuyorum.”
“Joachim Murat budaladır, örneğin. Subaylarını denetlerken, göğsü madalyalarla dolu Martinik’li birini görür. ‘Vous etes negre?’ diye sorar. O da: ‘Oui mon general!’ diye yanıtlar. Bunun üzerine Murat şöyle der: ‘Bravo, bravo, continuez! Böyle gider. Ne demek istediğimi anlıyorsunuz, değil mi? Özür dilerim, bu akşam yaşamımın tarihi bir kararını kutluyorum. İçkiyi bıraktım. Bir tane daha? Yanıt vermeyin, kendimi suçlu hissederim. Pilade!”
“Peki, ya aptal?”
“Haa. Aptal davranışlarında yanılma?.. Mantık yürütmede yanılır. Aptal şöyle der: bütün köpekler evcil hayvanlardır, bütün köpekler havlar; kediler de evcil hayvanlardır, demek ki onlar da havlar. Ya da, bütün Atinalılar ölümlüdür, bütün Pireliler de ölümlüdür, demek ki, bütün Pireliler Atinalıdır...”
“Ki bu doğrudur.”
“Evet, ama rastlantı olarak. Aptal doğru bir şey de söyleyebilir, ama yanlış mantık yürüterek.”
“İnsan yanlış şeyler söyleyebilir, yeter ki doğru mantık yürütsün.”
“Elbette! Yoksa, düşünen hayvan olmak için bunca çaba harcamanın ne anlamı olurdu?”
“Bütün büyük antropomorf maymunlar aşağı yaşam biçimlerinden gelirler; insanlar da aşağı yaşam biçimlerinden gelirler; demek ki bütün insanlar büyük antropomorf maymunlardır.”
“Fena değil. Burada bir şeyin yanlış olduğunu sezersiniz, ama neyin, niçin yanlış olduğunu gösterebilmek için hayli çaba gerekir. Aptal alabildiğine sinsidir. Budalayı hemen tanırsınız (alığın sözü bile edilmez), oysa aptal hemen hemen sizin benim gibi akıl yürütür; arada çok küçük bir ayrım vardır. Bir paralojizm* ustasıdır o. Yayıncı için kurtuluş yoktur, sonsuz zaman harcamak zorunda kalır. Aptalların birçok kitapları yayımlanıyor; çünkü ilk bakışta kandırırlar bizi. Yayıncı aptalı ayırt etmek zorunda değildir. Bunu Bilimler Akademisi bile yapmadıktan sonra o niye yapsın?”
“Felsefe de yapmıyor. Anselmus’un varlıkbilimsel savı aptalcadır: Tanrı vardır, çünkü onu tüm yetkinliklere sahip bir varlık olarak düşünebiliyorum; varoluş dahil. Düşüncedeki varlığı, gerçeklikteki varlıkla karıştırır.”
“Evet, ama, Gaunilone’nin onun mantığını çürütmesi de aptalca. Denizde bir ada düşünebilirim; o ada var olmasa da. Düşüncedeki varlıkla gerçeklikteki varlığı birbirine karıştırıyor Gaunilone.”
“Doğru. Bir aptallar düellosu. Tanrı da çılgın gibi eğleniyor. Sırf Anselmus ile Gaunilone’nin aptal olduklarını göstermek için düşünülemez olmaya karar vermiş Tanrı. Yaratış için ne yüce bir amaç. Daha doğrusu, Tanrı’nın istemini gerçekleştirme eylemi için. Her şeyin amacı, kozmik aptallığın ortaya çıkarılmasıdır.”
“Çevremizi aptallar sarmış.”
“Bundan kaçamayız. Herkes aptal, sizinle benden başka. Daha doğrusu, sizden başka herkes.”
“Bütün bunların Gödel’in savıyla bir ilgisi varmış gibi geliyor bana.”
“Bilmiyorum, alığım ben. Pilade!”
“Sıra bende.”
“Bölüşürüz. Giritli Epimenides der ki, bütün Giritliler yalancıdır. Kendisi de Giritli olduğuna, Giritlileri’i iyi tanıdığına göre, dediği doğrudur.”
“Aptalca bir düşünüş.”
“Ermiş Pavlos. Titus’a mektup. Şunu dinleyin şimdi: Epimenides’in yalancı olduğunu düşünenler, ister istemez Giritlilere inanırlar, ama Giritliler Giritlilere inanmazlar, bu yüzden de hiçbir Giritli Epimenides’in yalancı olduğunu düşünmez.”
“Bu aptalca bir düşünüş mü, değil mi?”
“Siz karar verin. Aptalları ayırdetmenin güç olduğunu söylemiştim. Bir aptal Nobel ödülünü bile alabilir.”
“Durun, düşüneyim... Tanrı’nın dünyayı yedi günde yarattığına inanmayanların bazıları temelcidirler, ama bazı temelciler Tanrı’nın dünyayı yedi günde yarattığına inanırlar. Demek ki Tanrı’nın dünyayı yedi günde yarattığına inanmayan hiç kimse temelci değildir. Bu nasıl, aptalca mı?”
“Tanrım, doğrusu... Bilemiyorum. Siz ne diyorsunuz?”
“Kesinlikle aptalca; doğru bile olsa. Tasım kurallarından birini çiğniyor: iki tikelden tümel sonuçlar çıkarılamaz.”
“Peki, ya aptal olan siz olsaydınız?”
“Olağanüstü bir muhatapla karşı karşıya bulurdum kendimi.”
“Evet, doğru, aptallık bulaşıcıdır. Hem belki de, bizimkinden farklı bir mantık dizgesi için, bizim aptallığımız onların bilgeliğidir. Bütün mantık tarihi, kabul edilebilir bir aptallık kavramını tanımlama çabasından başka bir şey değildir. Her büyük düşünür, bir başkasının aptalıdır.”
“Düşünceyi aptallığın tutarlı bir biçimi gibi mi alıyorsunuz?”
“Hayır. Bir düşüncenin aptallığı, başka bir düşüncenin tutarsızlığıdır.”
“Çok derin. Saat iki olmuş, neredeyse Pilade kapanacak, biz daha delilere gelmedik.”
“Şimdi oraya geliyorum. Deli hemen anlaşılır. Hile bilmeyen bir aptaldır o. Aptal, savını kanıtlamaya çalışır, çarpık bir mantığı vardır, ama ne de olsa bir mantığı vardır. Oysa delinin mantıkla işi yoktur; kısa yoldan gider. Onun için her şey, her şeyi kanıtlar. Delinin bir saplantısı vardır, bunu doğrulamak için her şeyden yararlanır. Kanıtlamakta hiçbir sınır tanımayışından, esin pırıltılarından yararlanmasından tanırsınız deliyi. Size garip gelecek ama, bir deli önünde sonunda Tapınakçılar’ı atar ortaya.”
“Her zaman mı?”
“Tapınakçılar’ı işin içine katmayan deliler vardır, ama onları işe karıştıranlar daha sinsidirler. Önce anlamazsınız, normalmiş gibi görünürler, sonra, birden...” Bir viski daha ısmarlayacak oldu, sonra caydı, hesabı istedi. “Söz Tapınakçılar’dan açılmışken, geçen gün adamın biri bu konuda daktiloyla yazılmış bir metin bıraktı bana. Bana kalırsa delinin teki, ama insan yüzlü bir deli. Metin akıllı uslu başlıyor. Bir gözatmak ister misiniz?”
“Seve seve. Belki işime yarar bir şey bulurum.”
“Hiç sanmam. Ama yarım saat boş vaktiniz varsa bize bir uğrayın. Via Sincero Renato, numara 1. Sizden çok bana yararı olur. Üstünde durmaya değer bir şey olup olmadığını söyleyebilirsiniz bana.”
“Bana neden güveniyorsunuz?”
“Güvendiğimi kim söyledi? Ama gelirseniz güvenirim. Meraka güvenirim ben.”
Yüzü allak bullak bir öğrenci girdi içeri: “Arkadaşlar, Naviglio boyunda elleri zincirli Faşistler var.”
“Gidip gösterelim onlara,” dedi Lenin konusunda az önce beni tehdit eden Tatar bıyıklı.
“Gidelim arkadaşlar!” Hepsi çıktılar.
“Ne yapıyoruz? Gidiyor muyuz?” diye sordum, suçluluk duygusuna kapılmış.
“Hayır,” dedi Belbo. Barı boşaltmak için Pilade’nin başının altından çıkan bir oyun bu. İçkiyi bıraktığım ilk gece olmasına karşın, oldukça iyi duyumsuyorum kendimi. Alkolden uzak durduğum için olsa gerek. Şu âna dek size söylediklerimin hepsi yanlış. İyi geceler, Casaubon.”

***

*paralojizm Fr. paralogisme 1. Akıl süzgecinden geçirirken bilmeyerek düşülen yanılgı.
2. Mantığa uymazlık.
Veya; İki ayrı nesnenin veya hükmün benzer tek niteliğinden hareketle o iki şeyin aynı olduğunu  iddia etmek şeklinde ortaya çıkan "akıl yürütme" bozukluğu.

Foucault Sarkacı, Umberto Eco, Can Yayınları, İstanbul

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder