9 Ağustos 2022 Salı

Severmişim Meğer



yıl 62 Mart 28

Prag-Berlin treninde pencerenin yanındayım

akşam oluyor

dumanlı ıslak ovaya akşamın yorgun bir kuş gibi inişini severmişim meğer

akşamın inişini yorgun kuşun inişine benzetmeyi sevmedim 

toprağı severmişim meğer

toprağı sevdim diyebilir mi onu bir kez olsun sürmeyen

ben sürmedim

Platonik biricik sevdam da buymuş meğer

meğer ırmağı severmişim

ister böyle kımıldanmadan aksın kıvrıla kıvrıla tepelerin eteğinde

doruklarına şatolar kondurulmuş Avrupa tepelerinin

ister uzasın göz alabildiğine dümdüz

bilirim aynı ırmakta yıkanılmaz bir kere bile

bilirim ırmak yeni ışıklar getirecek sen göremeyeceksin

bilirim ömrümüz beygirinkinden azıcık uzun karganınkinden alabildiğine kısa

bilirim benden önce duyulmuş bu keder

benden sonra da duyulacak

benden önce söylenmiş bunların hepsi bin kere

benden sonra da söylenecek

gökyüzünü severmişim meğer

kapalı olsun açık olsun

Borodino savaş alanında Andırey’in sırtüstü seyrettiği gök kubbe

hapiste Türkçeye çevirdim iki cildini Savaşla Barış’ın

kulağıma sesler geliyor

gök kubbeden değil meydan yerinden

gardiyanlar birini dövüyor yine

ağaçları severmişim meğer

çırılçıplak kayınlar Moskova dolaylarında Peredelkino’da kışın

çıkarlar karşıma alçakgönüllü kibar

kayınlar Rus sayılıyor kavakları Türk saydığımız gibi

İzmir’in kavakları

dökülür yaprakları

bize de Çakıcı derler

yar fidan boylum

yakarız konakları

Ilgaz ormanlarında yıl 920 bir keten mendil astım bir çam dalına

ucu işlemeli

yolları severmişim meğer

asfaltını da

Vera direksiyonda Moskova’dan Kırım’a gidiyoruz Koktebel’e

asıl adı Göktepe ili

bir kapalı kutuda ikimiz

dünya akıyor iki yandan dışarda dilsiz uzak

hiç kimseyle hiçbir zaman böyle yakın olmadım

eşkiyalar çıktı karşıma Bolu’dan inerken Gerede’ye kırmızı yolda ve yaşım on sekiz

yaylıda canımdan gayri alacakları eşyam da yok

ve on sekizimde en değersiz eşyamız canımızdır

bunu bir kere daha yazdımdı

çamurlu karanlık sokakta bata çıka Karagöz’e gidiyorum Ramazan gecesi

önde körüklü kaat fener

belki böyle bir şey olmadı

….

çiçekler geldi aklıma her nedense

gelincikler kaktüsler fulyalar

İstanbul’da Kadıköy’de Fulya tarlasında öptüm Marika’yı

ağzı acıbadem kokuyoryaşım on yedi

kolan vurdu yüreğim salıncak buluklara girdi çıktı

çiçekleri severmişim meğer

üç kırmızı karanfil yolladı bana hapishaneye yoldaşlar 1948

yıldızları hatırladım

severmişim meğer

gözümün önüne kar yağışı geliyor

ağır ağır dilsiz kuşbaşısı da buram buram tipisi de

meğer kar yağışını severmişim

güneşi severmişim meğer

şimdi şu vişne reçeline bulanmış batarken bile

güneş İstanbul’da da kimi kere renkli kartpostallardaki gibi batar

ama onun resmini sen öyle yapmayacaksın

meğer denizi severmişim

hem de nasıl

ama Ayvazofki’nin denizleri bir yana

bulutları severmişim meğer

ister altlarında olayım ister üstlerinde

ister devlere benzesinler ister ak tüylü hayvanlara

ayışığı geliyor aklıma en aygın baygın en yalancısı en küçük burjuvası

severmişim

yağmuru severmişim meğer

ağ gibi de inse üstüme ve damlayıp dağılsa da camlarımda yüreğim

beni olduğum yerde bırakır ağlara dolanık ya da bir damlanın

içinde ve çıkar yolculuğa hartada çizilmemiş bir memlekete gider

yağmuru severmişim meğer

ama neden birdenbire keşfettim bu sevdaları Prag-Berlin treninde

yanında pencerenin

altıncı cıgaramı yaktığımdan mı

bir eski ölümdür benim için

Moskova’da kalan birilerini düşündüğümden mi geberesiye

saçları saman sarısı kirpikleri mavi

zifiri karanlıkta gidiyor tren

zifiri karanlığı severmişim meğer

kıvılcımlar uçuşuyor lokomotiften

kıvılcımları severmişim meğer

meğer ne çok şeyi severmişim de altmışında farkına vardım bunun

Prag-Berlin treninde yanında pencerenin yeryüzünü dönülmez bir

yolculuğa çıkmışım gibi seyrederek

NÂZIM HİKMET

19 Nisan 1962

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder