9 Nisan 2021 Cuma

Olga Tokarczuk: Penceremden Gözüken Yeni Dünya


 [Olga Tokarczuk'un bu yazısı, Newyorker'da yayımlanmış. Ekşi Sözlük yazarı da çevirmiş. Hem yazarı sevdiğim hem de yazıyı beğendiğim için buraya aldım. Okumaya, üzerinde konuşmaya değer. DK]


Penceremden Gözüken Yeni Dünya 

Penceremden baktığımda burada yaşamaya karar vermemin sebebi olan çok sevdiğim beyaz dut ağacını görebiliyorum. Dut ağacı cömert bir ağaçtır. İlkbahar ve yaz boyunca tatlı ve sağlıklı meyveleriyle onlarca kuş ailesini besler. Şu anda yapraksız olduğu için sessiz bir sokak görüş alanıma giriyor. İnsanlar parka giderken bu sokaktan geçiyor. Wroclaw’da mevsim neredeyse yaz. Kör edici bir güneş, mavi gökyüzü, temiz hava. Bugün köpeğimi gezdirirken iki adet saksağan kuşunun bir baykuşu kovaladığını gördüm. Baykuş ile göz göze geldik. Hayvanlar da sabırsızlıkla neler olacağını merak ediyor gibi gözüküyor.

Uzun zamandır dünyayı çok fazla hissediyor gibiydim. Çok fazla, çok hızlı, çok gürültülü. O yüzden bir izolasyon travması yaşadığım söylenemez. Benim için insanları görmemek zor değil. Sinemalar kapandığı için üzgün değilim. Alışveriş merkezlerinin kapanmasını umursamıyorum bile. Tabii ki işlerini kaybeden insanları düşündüğümde üzülüyorum. Fakat yaklaşan karantinayı duyduğumda rahatladığımı hissetmiştim. Biliyorum ki birçok insan, bu düşüncesinden utansa bile aynı şeyleri düşünüyor. Hiperaktif dışa dönükler tarafından boğulmuş, istismar edilmiş içe kapanıklıklar gün yüzüne çıkmaya başladı.

Pencereden komşumu izliyorum. Kendisi her daim çok çalışan bir avukat. Son zamanlara kadar cüppesiyle işe gidiyordu. Şimdi bol bir pantolon ile bahçesindeki dallarla ilgileniyor. Ortalığı düzenliyor. Gençler kıştan bu yana yürüyüşe götürmedikleri yaşlı köpeklerini gezdiriyorlar. Köpek sendeleyerek yürürken sabırla ritmine ayak uydurarak. Çöp kamyonu büyük bir gürültüyle çöpleri topluyor.

Hayat devam ediyor, ama nasıl? Bambaşka bir ritimle.
Dolabımı düzenledim. Okuduğumuz gazeteleri ayıkladım ve geri dönüşüm kutusuna attım. Çiçeklerin saksısını değiştirdim. Bisikletimi tamirciden aldım. Yemek yapmaktan zevk almaya başladım.
Çocukluğum aklıma geliyor. Çok fazla zaman vardı. Zamanı boşa harcamak ya da zaman öldürmek mümkündü. Saatlerce pencereden dışarı bakmak, karıncaları gözlemlemek ya da masanın altında yatıp oranın bir mağara olduğunu düşünmek. Ansiklopedi okumak.

Hayat normal ritmine dönmüş olabilir mi? Belki de virüs bir mutasyonun sonucu oluşmuş değildir. Tam tersi, virüsten önceki hareketli yaşamımız anormaldi.

Virüs hepimize büyük bir ısrarla reddettiğimiz gerçeği hatırlattı. Narin malzemeden yapılma narin yaratıklarız. Ölümsüz değiliz. İnsanlığımızla dünyadan ayrışmıyoruz. Dahil olduğumuz büyük bir ağ var. Diğer varlıklar ile görünür/ görünmez bir etkileşim ve bağımlılık içerisindeyiz. Ülkelerin birbirinden ne kadar uzakta olduğundan, hangi dili konuştuğumuzdan, hangi renk deriye sahip olduğumuzdan bağımsız olarak hepimiz aynı hastalıktan korkuyor, aynı ölümü yaşıyoruz.

Tehlike karşısında ne kadar zayıf ve zarar görebilir olduğumuzu, etrafımızda bizden daha hassas insanlar olduğunu ve onlara yardım etmemiz gerektiğini hatırladık. Bizden yaşlı insanların ne kadar kırılgan olduklarını ve yardımımıza ne kadar ihtiyaçları olduğunu anladık. Aşırı davranışlarımızın dünyayı tehlikeye soktuğunu gördük. Ve kendimize çok nadir sorduğumuz bir soruyu hatırladık: bu şekilde devam etmeye bizi ne ikna ediyordu?

Hasta olma korkusu bize sığındığımız, içerisinde güvende hissettiğimiz yuva kavramını yeniden hatırlattı. En azılı gezginler bile bir çeşit ev kavramı oluşturmak zorunda kaldılar. Aynı zamanda, bazı acı gerçekler ortaya çıktı. Tehlike anında millet ve sınır kavramına sarılındı. Avrupa topluluğu fikrinin pratikte ne kadar zayıf olduğunu gördük. Kriz zamanı Avrupa Birliği karar yetkisini milletlere devretti. Hani son yıllarda yeniden belirmesin diye çok savaştığımız, biz ve onlar arasında ayrım yaratan eski aşırı milliyetçilik, ötekini suçlamaya yatkınlığımız geri döndü. Avrupa, virüs başka bir yerden geldi diye düşünüyor. Polonya’da dışarıdan gelen herkes şüpheli sayılıyor. Virüs bize hatırlattı ki sınırlar hala var ve gayet işe yarıyorlar.

Aynı zamanda virüsün bir başka gerçeği sağlamlaştırmasından korkuyorum. Hiç de eşit olmadığımızı. Bazılarımız adalara, ormanlara inzivaya çekilirken diğerleri elektrik istasyonlarında ve arıtma tesislerinde çalışmak zorunda. Dükkânlarda veya hastanelerde. Karantinada bazıları para biriktirirken diğerleri sahip oldukları her şeyi kaybediyor. Yaklaşmakta olan kriz bize öncesinde akıllıca gelen birçok şeyi yeniden gözden geçirtecek, bazı ülkeler bununla başa çıkamayacak ve yeni düzenler uyanacak. Her kriz sonrası olduğu gibi.

Evde kaldığımıza, kitaplar okuduğumuza ve televizyon izlediğimize inanıyoruz. Ama aslında şu an tasavvur edemediğimiz bir gerçekliğe hazırlıyoruz kendimizi. Yavaş yavaş hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını idrak ediyoruz. Ailemizle bizi aynı evde kalmaya zorunlu kılan karantina; hiçbir zaman kabul etme yanlısı olmadığımız şeylerin farkına vardırıyor bizi. Ailemiz bizi içten içe yiyor. Evliliğimizdeki bağlarımız kopalı çok olmuş. Çocuklarımız internet bağımlısı olarak çıkacaklar bu süreçten. Karantinadaki hissizlik ve hareketsizliğin bir kısmı baki kalacak. Cinayet, intihar ve akıl hastalıkları ya çoğalırsa?

200 yıldır içerisinde bulunduğumuz görüş olan yaratılışın efendisi olduğumuz, ne istersek yapabileceğimiz ve dünyanın bize ait olduğuna dair olan inancın dumanı gözlerimizin önünde çözülüyor. Yeni bir zaman yaklaşıyor.

14.04.2020 03:43 yalansayalan 

 Kaynak: https://eksisozluk.com/olga-tokarczuk--2603119?p=2

Yazar hakkında bilgi: Olga Tokarczuk

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder