Ray Bradbury
Gün Geldi Devran Döndü
Haberleri duyduklarında restoranlardan, kafelerden, otellerden çıkıp gökyüzüne baktılar. Kara ellerini yukarı bakan beyaz gözlerine siper ettiler. Ağızları açık bakıyorlardı. Sıcak öğle vakti gölgeleri yere vuran zencilerin gökyüzüne baktığı kasabalar binlerce kilometre boyunca uzanıyordu.
Mutfağındaki Hattie Johnson kaynayan çorbanın üzerini kapadı, ince parmaklarını bir beze sildi ve evin arka tarafındaki sundurmaya doğru dikkatlice yürüdü.
“Anne, gel! Hey, anne, gelsene, kaçıracaksın!”
“Hey, anne!”
Üç küçük zenci oğlan tozla kaplı bahçede dans edip bağırıyordu. Ara sıra eve sabırsızca bakıyorlardı.
“Geliyorum,” dedi Hattie ve tel kapıyı açtı.
“Bu söylentiyi de nereden duydunuz?”
“Jones’un mekânında, anne. Bir roket geliyormuş, yirmi yıldan beri gelen ilk roketmiş ve bir beyaz adam taşıyormuş!”
“Beyaz adam da nedir? Hiç görmedim.”
Gün Geldi Devran Döndü
Haberleri duyduklarında restoranlardan, kafelerden, otellerden çıkıp gökyüzüne baktılar. Kara ellerini yukarı bakan beyaz gözlerine siper ettiler. Ağızları açık bakıyorlardı. Sıcak öğle vakti gölgeleri yere vuran zencilerin gökyüzüne baktığı kasabalar binlerce kilometre boyunca uzanıyordu.
Mutfağındaki Hattie Johnson kaynayan çorbanın üzerini kapadı, ince parmaklarını bir beze sildi ve evin arka tarafındaki sundurmaya doğru dikkatlice yürüdü.
“Anne, gel! Hey, anne, gelsene, kaçıracaksın!”
“Hey, anne!”
Üç küçük zenci oğlan tozla kaplı bahçede dans edip bağırıyordu. Ara sıra eve sabırsızca bakıyorlardı.
“Geliyorum,” dedi Hattie ve tel kapıyı açtı.
“Bu söylentiyi de nereden duydunuz?”
“Jones’un mekânında, anne. Bir roket geliyormuş, yirmi yıldan beri gelen ilk roketmiş ve bir beyaz adam taşıyormuş!”
“Beyaz adam da nedir? Hiç görmedim.”