9 Mayıs 2021 Pazar

Borges'ın Kaleminden İstanbul

 


İSTANBUL

Kartaca, adı kötüye çıkmış bir kültürün en dile düşmüş ör­neğidir. Biz, bu "Kent"le ilgili hiçbir şey söyleyemiyoruz; Flaubert de, düşmanlarının amansız olduğu dışında, söyle­yecek hiçbir şey bulamamıştı. Sanırım, Türkiye'yle ilgili ola­rak da benzer bir durum söz konusu. Acımasız bir ülke gelir aklımıza. Bu kavram, yazılı tarihin hem en acımasız hem de en az ilençlenmiş girişiminden, Haçlı Seferleri'nden kaynak­lanır. Belki de aynı ölçüde bağnaz İslam nefretinden hiç de aşağı kalmayan Hıristiyan nefreti gelir aklımıza. Batı'da, Osmanlar arasında büyük bir Türk adının bulunmadığından dem vururuz. Bize kalmış olan biricik ad, Muhteşem Süley­man'dır (e sola, in parte, vidi'l Saladino) .

Üç günde Türkiye'yi ne kadar tanıyabilirim? Benim gör­düğüm, çok güzel bir kent, Boğaziçi, Haliç ve kıyılarında Rünik alfabeyle yazılmış taşlar bulunmuş olan Karadeniz gi­rişi. Kulağıma çalınan, yumuşak bir Almancayı andıran hoş bir dil. Buralarda, birçok değişik ulusun hayali dolaşıyor olsa gerek: Ben, Bizans imparatorunun onur kıtasını oluş­turmuş olan ve Hastings'de olup bitenlerden sonra İngiltere'den kaçan Saksonların katıldığı İskandinavları anımsamayı seçiyorum. Kuşku yok ki, keşfe başlamak için Türkiye'ye yeniden gelmeliyiz.



Jorge Luis Borges, Atlas, İletişim Yayınları 1. BASKI 2014, İstanbul, s. 56-57